Türkmenlerin Başına Gelenler - Aziz Dolu ATABEY - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Türkmenlerin Başına Gelenler - Aziz Dolu ATABEY
Tarih: 14.07.2015 > Kaç kez okundu? 2816

Paylaş


Biz Türkler, Arapları gerçekten samimi olarak severiz. Oysa Arapların bize karşı tutum ve davranışları sanki biraz -nasıl diyelim- kaypak bir zeminde gider gelir. Emevî, Abbasî dönemlerinde ve daha sonraki devirlerde İslâm coğrafyasının bütün yükünü neredeyse tek başına Türkler omuzlamışlardır. Özellikle Emevîlerle başlayan süreçte önce, Ziyad oğlu Tarık Bey (Tarık bin Ziyad) gibi esir ve/veya paralı asker olarak; sonrasında, Horasanlı Ebu Müslim, Gökbörü, Atabey Zengi, Tulunoğlu, Kılıçaslan, Selahattin gibi bizzat siyasetin as oyuncuları olmuşlardır. Dahası Sadık oğlu Numan (Ebu Hanife), Muhammed Maturidî, Ahmet Yesevî, Mevlâna gibi dinî şahsiyetler; Birunî, İbn-i Sina, karizma sözcüğüne de ilham olan Harezmî gibi bilginler (âlim) son tahlilde Fatih gibi övgüye mazhar olanlar, Yavuz Selim gibi halife olanlar, Abdülhamid Han gibi halifeliğin hakkını verenler!..



Ne zaman ki Osmanlı yıkılmış, Ortadoğu coğrafyası kırk parçaya bölünmüştür; olanlar olmuştur. Türklerin bırakın öz savunma yükümlülüğünü, doğru dürüst vergi bile almadığı Ortadoğulu Araplar, Osmanlı ve diğer Türk hanedanlıklarından bir emanet olarak kabul etmeleri gerekirken Türkmen, Kıpçak, Gurmanç (Kirmanç), Çerkez gibi Türk topluluklarına tabir-i caizse hor bakmışlardır. Özellikle Irak ve Suriye olarak adlandırılan ülkelerde Türkmenlere, Gurmançlara türlü zulümler, horlamalar revâ görülmüştür. Kerkük, Altunköprü, Halep, Halepçe… zulme, baskıya sahne olan yerleşim birimlerinden sadece birkaçıdır.



Bugün Suriye’de nelerin olup bittiği Türkiye kamuoyunda -maalesef- yeterince yer bulmamakta, bulsa da algılanamamakta haliyle de doğru değerlendirmeler yapılamamaktadır. Misal başta Araplar olmak üzere, Çerkez, Gurmanç, Yezidî gibi adlarla anılan topluluklar büyük çoğunluğu Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığınmıştır. Sığınmayanlar da çekilmiş, iç savaşı kenardan seyretmektedirler. Oysaki Türkmenlerin böyle bir seçim şansı olmamıştır. Zaten olması da beklenmemelidir. Zira 4,5 milyon oldukları tahmin edilen (Bu sayıya Kıpçaklar, Çerkezler, Gurmançlar da dâhil edilirse, toplam sayı 6-7 milyonu bulacaktır.) Türkmenler vatan bildikleri Suriye topraklarını terk etmeyerek, direnişçi olmayı seçmişlerdir. Verilen bütün sözlere/vaatlere rağmen -söz konusu Türkmenler olunca- uluslararası güç dengeleri, bu insanları görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir. Türkmenler arasındaki iç savaşa hazırlıksız yakalanmaktan kaynaklanan bölük-pürçüklüğü de sayarsak tam bir serencâmın yaşandığını söyleyebiliriz.



Türkiye ne yazık ki Suriye’deki Türkmenlere yeterince el uzatmamış/uzatamamıştır. Hükümet bu noktada dürüst davranmamaktadır. Türkmenlere yardım yapıyorum deyip de doğru dürüst hiçbir yardımda bulunmamasının sonucu şudur: Türkmenler, yardım yapılmasa dahi ayakta durabilecek bir güce, özgüvene sahip olacakken büyük acılar çekmek zorunda kalmışlardır. Zira yardım yapıyoruz deyip de yapmamanın sonucu Esed’inden, İşid’ine kadar ne kadar sırtlan sürüsü varsa orantısız güç kullanmaktan da çekinmeyerek, Türkmen yerleşim birimlerine çullanmışlardır. Esed güçlerinin gecenin bir yarısında evlerin, binaların üzerine bıraktıkları varil bombalarına; erkekler, cephe hatlarında olduğu için savunmasız kalan köylere saldıran İŞİD’in kadın, çocuk, ihtiyar demeden insanları katletmesine, tecavüzlere, köle pazarlarına karşı Türkmenlerin yapabileceği fazla da bir şey yoktur haddizatında.



Peki, ama zor durumda olan Türkmenlere karşı Türkiye ne yapabilirdi? Neler yapması gerekirdi? Her şeyden önce hükümet, Süleyman Şah türbesini alıp kaçmamalıydı. Zira orası Türkmenler için bir manevî (moral) güç merkezi idi. Dahası Türkiye’nin, Suriye’de ete-kemiğe bürünmüş varlığı, gölgesi idi. Haliyle bir gece yarısı tabir-i caizse hırsız gibi türbeyi alıp kaçmaktansa söz gelimi çevresi Türkmen köyleri ile meskûn olan türbe etrafında hava destekli bir güvenli bölge oluşturularak, burası askerlerden ve yerel Türkmen milislerden oluşan bir yapıyla korunmalıydı. Bu yapı ileride uçuşa yasak bölgeye de kapı aralayabileceği için bölgedeki Türkmen, Kıpçak, Gurmanç (Kürt), Çerkez gibi soydaşlarımıza ve din kardeşlerimiz olan Araplara da ülkelerinden çıkmak zorunda kalmadan güvenli bir liman edinme imkânı sağlayacaktı. Dahası bölgenin etnografik yapısı da korunmuş olacak, Doğu Türkmeneli’de (Kerkük bölgesi) yapılan hatalar tekrarlanmayacaktı. Ne yazık ki hem Erdoğan hem de Davutoğlu başkanlığındaki hükümetler Amerika başta olmak üzere dış güçlerin ne deyip-ne koduklarına öylesine şartlanmış bir siyaset yürütmüşlerdir ki sergiledikleri bu ikircikli ruh halleri hem Türkmenlerin büyük acılar çekmesine hem de başta Davutoğlu olmak üzere bazı Türk yetkililerin dış basında alay konusu olmalarına yol açmıştır.



Kabul etmeliyiz ki ‘Çuval olayı’ ile başlayan ve Kerkük’te, tapu binasının yakılması; uluslararası sularda Mavi Marmara vapuruna baskın yapılması; Türk savaş uçağının uluslararası sularda düşürülmesi; Reyhanlı’daki bomba yüklü araç eylemi ve en son “Türk toprağı” olduğu anlaşmalarla da sabit olan bir noktada bulunan türbenin gündüzler, torbaya girmiş gibi hem de bir gece yarısı apar-topar kaçırılması diye giden olayları alt alta koyup topladığınızda çıkan sonuç AKP’nin dış siyasetinin soru işaretleri ile dolu olduğunu görürsünüz. Çuval olayında “Amerika’ya nota verecek misiniz?” diye soran gazeteciyi, azarlarcasına, “Müzik notası mı veriyorsun?” şeklinde yanıtlayan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kerkük’te bulunan tapu binasının yakılmasına da kayda değer bir tepki göstermediği/gösteremediği malûmunuzdur. Haliyle biz Türk dış siyasetinin en trajik olaylarından biri olarak kayda geçen Mavi Marmara baskınını da aslanın, kediye boğdurulması olarak değerlendiriyoruz canlar. Zira İsrail’in, -ne tepki göreceğinden emin olmadan- Türkiye’ye karşı kesinlikle böyle bir saldırıya kalkışamayacağını düşünüyoruz. Askerî açıdan bölgedeki en güçlü devlete, Türkiye’ye şamar atılmak suretiyle Arapların, İsrail karşısında hizaya sokulmaları da sağlanmış olabilir pekâlâ. Bir de terör örgütleri meselesi var tabi ki. El-Kaide ile, Afganistan vs. olarak da adlandırılan Güney Türkistan’ı; IŞİD ile de Ortadoğu’yu şekillendiren ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün bölgedeki çıkar ortaklığının Türkiye’nin çıkarlarına aykırı olduğu açıktır. Kırım konusunda sessiz kalarak, Rusya’nın Ukrayna topraklarını ilhak etmesine fazla tepki vermeyen hatta bir yerde göz yuman Türkiye’nin, Suriye konusunda da Rusya’dan aynı yardımı görmesi gerekmez miydi? Ya Rusya’nın, Türkiye’ye ayak bağı gibi duran Ermenistan, Güney Kıbrıs ve Suriye’deki Esed yönetimi ile ilişkilerine ve savunduğu tezlere ne demeli? Sadece bu misal bile dış siyasette, ‘kazan-kazan’cı AKP’nin iddia ettiği gibi bir parlak dönem geçirilmediğinin kanıtıdır haddizatında. Üstelik de tarihinin en zor günlerini yaşayan ve Türkiye’nin dostluğuna, işbirliğine hiçbir zaman olmadığı kadar gereksinim duyan bir Rusya söz konusu iken!..



Gelinen noktada Türkmenler başta olmak üzere Müslümanların etkisizleştirildiği bir Ortadoğu ile karşı karşıyayız. Özellikle Türkmenler, Türkiye’ye duydukları sevginin, gösterdikleri bağlılığın karşılığını büyük acılar çekerek, bedeller ödeyerek almışlardır ve almaya da devam etmektedirler. Haliyle Türkiye’de işbaşında bulunan hükümetin yapacağı ilk iş Türkmenlerin güvendiği dağlara kar yağmasına mani olmak; onların huzurunu ve esenliğini (selâmet) korumak için harekete geçmek olmalıdır. Dahası batı yönünde Yunanistan, Sırbistan gibi küçük devletçiklerle önü kesilen; yine doğuda yapay sınırlardan oluşmuş bir Ermenistan’la, Kafkaslardan dolayısı ile Türkistan’dan koparılan Türkiye’nin, şimdi de yapay Kürt (Gurmanç) kantonları ile daha doğrusu tamponları ile Ortadoğu’dan koparılmaya çalışıldığını görüyoruz. Dahası Türkiye’nin, bu oyunu boşa çıkarabilmesi için Türkmen ve Gurmanç bölgeleri ile bir an önce birleşip, bütünleşmesi gerekiyor.



Peki, ama Türkmen gençlerinden oluşan ve savaşın başlarında adlarından sıkça söz edilen tugaylara ne oldu? Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde dağıtılarak, bir yerde eritilerek güçleri kırıldı. Tamamen art niyetlerle millî bir güç olmaları, millî bir güç olarak ortaya çıkmaları engellenen Türkmenler, Türk Dışişlerinin de açık/örtülü telkinleri sonucu iyi niyetlerle ÖSO’ya dâhil oldular. ÖSO’ya katılmayanlar da -sözüm ona- İslâmcı cihat örgütleri saflarında mücadeleye giriştiler. Bu insanlar tamamen ‘vatanseverlik’ duyguları ile hareket ederek, Esed yönetimine (regime) karşı savaşmak için evlerini-barklarını, yurtlarını bırakmak zorunda kaldılar. Haliyle Türkmen yerleşim birimleri kadın, çocuk ve yaşlılardan ibaret, savunmasız hedefler haline geldi. Buraların önce Esed’in ordu birlikleri, ardından İŞİD canileri son olarak da PYD güçlerinin açık hedefi haline gelmesiyle de Türkmenlerin başına gelmedik bela, musibet kalmadı ve kalmıyor da. Hâlihazırda ölen Türkmen, öldürülen Türkmen, soyu kırılan Türkmen; parsayı toplayanlar ise diğer etnik gruplar oldu. Ahmet Davutoğlu güdümündeki Türk dış siyaseti (politica) maalesef ‘Arap Baharı’ denen gelişmeleri ve özellikle Suriye’de savaşın bu kadar süreceğini kestiremedi. Oysa Türkmenler, daha kuruluş aşamasında başına, Suriye’de, nüfus olarak 3. sırada bulunan Gurmançlardan (Kürt) bir yetkili getirilmek suretiyle en başından çatırdamasına zemin hazırlanan muhalif oluşum yahut kime hizmet ettikleri belli olmayan ‘sözde’ dinci örgütlere kapılmak/katılmak yerine yerleşim birimlerinde kalmalı, uçaksavar destekli ağır silahlarla donatılmış gezici (seyyar/mobile) birlikler kurarak öz savunma durumuna geçmeliydiler. Gelinen noktada Türkmenler, her ne kadar siyasal dense de daha çok duygusal (romantic) tepkiler veren İslâmcılık akımına ve Müslüman Kardeşler (İhvan’ül Müslimin) deneyimlerine tav olmuş bir AKP’ye dolayısı ile Türkiye’ye güvendikleri için cezalandırılıyorlar ne yazık ki.



“Türkmen obalarında büyüdüm” diyen Davutoğlu, Kızılbaş Türkmenlerinden Kılıçdaroğlu ve Fettahlı Yörüklerinden Devlet Bahçeli, Türkmenler için bir umut olabilir mi? Seçim meydanlarında telkin (propaganda) kaygıları ile söylenmiş birkaç cümle sarf etmekle yetinen her üç liderin de Türkmenler konusunda ne düşündüklerini, ne hissettiklerini kamuoyuna açıklamaları gerekmektedir. Zaza asıllı Demirtaş’ın, günden güne ağırlaşarak felâket boyutuna gelen Türkmen sorununu millî bir mesele olarak algılamaktan ne kadar uzak olduğu ise aşikârdır. Millî bir güç olmaları engellenen Türkmenler çeşitli gruplar içinde eritilirken; Türkmen yerleşim birimleri yakılıp yıkılırken; Halep, Rakka gibi nüfusunun neredeyse tamamı Türkmenlerden oluşan yerleşim birimlerinde ‘Türkmensizleştirme’ siyaseti izlenirken Türkiye’de işbaşında bulunan hükümetin seyirci konumunda, ne yapacağını bilemez bir halde günü kurtarmaya çalıştığı/çabaladığı da artık sır değildir. MİT tırları, Bayırbucak Türkmenleri diye başlayan lâkırdılar da -maalesef- havanda su dövmekten öteye geçmemektedir. Sözün özü Kırım’da, Tatar Türklerinin başına gelen/getirilen/oynanan oyunun bir benzeri -şimdilerde Suriye olarak adlandırılan- eski eyaletimizde Türkmenlere karşı sahnelenmektedir.



Bir kez daha soralım: Peki, ama Türkmenler, Türkmen tugayları nerededir? Öyle ya, mülteci olarak Türkiye’ye kayda değer bir Türkmen nüfus gelmemiştir. Gelenler ağırlıklı olarak Arap, Gurmanç (Kürt), Çerkez kökenli kardeşlerimizdir. Türkmenler tabir-i caizse kapana sıkışmış bir aslan gibi var güçleriyle düşmana karşı mücadeleye devam etmektedir. Türkmen tugayları hem Esed’e bağlı birliklere hem de IŞİD canilerine karşı savaşmaktadır. Ama ne hikmetse bu tugaylar, kendi köylerini, kasabalarını, şehirlerini savunmaları söz konusu olduğunda ortada yoktur. Sorun da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Soru işaretleri tam bu noktada akılları meşgul etmeye başlamaktadır. Kavim-kardeşlerimiz olan Türkmenler bugün Suriye’de -birileri tarafından- çok kötü bir şekilde oyuna getirilmektedir. Milletimiz binlerce yıldır öksüz, garip gelmiş öksüz garip gitmiştir. Bugün Suriye’de olan-biten de aslında (hadd-i zatinde) budur!..



Velhâsıl Atsız’ın da dediği gibi: Bin cihana değişmem, şu öksüz Türklüğümü!..





Aziz Dolu Atabey

Serik-14.06.2015 Pazar



http://twitter.com/azizdolu







Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 37
Dün Tekil 1927
Bugün Tekil 1272
Toplam Tekil 4067407
IP 18.191.228.88






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























10 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


T rk hakanlar ve T rkmen Padi ahlar devlet i lerinde hatunun fikirlerini st n tutar.
(N ZAM L-M LK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.597 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap