Padişahlarımızın Hac İbadetinden Feragati - Aziz Dolu ATABEY - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Padişahlarımızın Hac İbadetinden Feragati - Aziz Dolu ATABEY
Tarih: 05.10.2014 > Kaç kez okundu? 1852

Paylaş


Bilinen, bilinmeyen, yanlış bilinen, çarpıtılan hatta karalanan yönleri ile Osmanlı tarihi öyle bir muamma, öyle bir engin denizdir ki… Günümüzde birçok akl-ı evvel, birçok at gözlüğü sevdalısı çıkmakta; yarım yamalak bilgisi ve dar kalıp havsalası ile ileri geri laflar üretmekte, hatta temiz dimağları da bulandırmaya çalışmaktadır. Hâl böyle olunca da sağlam ve güvenilir tarihi kaynak sorunu ortaya çıkmaktadır.



“Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur.” diyen Mehmet Emin Yurdakul Bey ne de güzel söylemiş. Kuran’ı rehber edinen, Peygamberinin sünnetini hayat tarzı olarak benimseyen, ordusuna bile Mehmetçik adını veren bir millet başka nasıl olabilir ki? Hâliyle yöneticileri de adam gibi adam olur. Kutsal beldelerin sultanı hitabını duyunca mahcup olan ve bu hitabı kutsal beldelerin kölesi, hizmetkârı olarak değiştiren bir Yavuz; şeyhülislâmın fetvaları ile gömülmek isteyen bir Kanuni; surre alayları geleneğini başlatan bir I. Ahmet; hasta, yatağında yatarken Medine’den bir dilekçe geldiğini duyunca yatmaktan hayâ edip, beni doğrultun diyerek yatağının içinde oturup dilekçeyi dinleyen ve bir gün sonra da vefat eden bir Abdülmecit Han; Hicaz demiryolunun yapımı sırasında, ehl-i beytin ve diğer yatanların gürültüden ruhları incinir kaygısı ile aletlere keçe sarılmasını isteyen bir Abdülhamit Han, Osmanlı idi.



Osmanlı’yı anlamak, Osmanlı dönemi ile ilgili meseleler üzerine akıl yürütmek için mutlaka o dönemin şartlarının iyi bilinmesi gerekmektedir. Zira yalan yanlış bilgilerle, tarihe mal olmuş Osmanlı kültür ve medeniyetini karalamaya çalışmak insafsızlıktır ve de vicdansızlıktır. Misal, Osmanlı’yı karalamaya çalışan gürûhun en çok gündeme getirdiği meselelerden biri de Osmanlı Padişahlarının 'hac ibadetinden feragat' etmeleri meselesidir.



Osmanlı padişahlarının niçin hacca gitmedikleri ile ilgili görüşleri başlıca iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Bunlardan ilki Peygamber Efendimizin bir Hadis-i Şerif’ine dayanılarak ortaya atılan görüştür. Âlemlerin sevgilisine, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, sırası ile “Allah’a ve Peygamberine inanmak; Allah yolunda cihat ve Hac ibadeti” olduğunu söylemiştir. Bu Hadis-i Şerifi dayanak kabul eden İslâm âlimleri de cihadı, 'farz-ı kifaye'; hac ibadetini ise 'farz-ı ayn' olarak adlandırmışlardır.



Bilindiği üzere Osmanlı Padişahlarının birçoğunun ömrü serhat boylarında, savaşlarda geçmiştir. Ayrıca Müslümanların canının, malının, namusunun korunması hususu da 'hukukullah' yani kamu hukuku kaidesidir. Hâl böyle olunca II. Beyazıt, II. Osman gibi hacca gitmeye niyetlenen padişahlara, devrin âlim ve velî kulları ile devlet erkânı engel olmuşlardır. Misal, II. Osman’a engel olanların başında -aynı zamanda kayınpederi de olan- Şeyhülislâm Esat Efendi ile gönüller sultanı Aziz Mahmut Hüdâyi Hazretleri gelmektedir. Hatta Esat Efendi’nin, damadına gönderdiği fetva “Padişahlara hac lâzım değildir; oturup adl eylemek evlâdır. Caiz ki, fitne zuhur eyleye.” şeklinde kesin bir ifade taşır.



Padişahlarımızın hac ibadetinden feragat etmesi ile ilgili olarak öne sürülen ikinci görüş ise daha çok bireysel özgürlükler kapsamında ele alınabilecek hususları içermektedir. Bilindiği üzere hacca gidecek insanın sağlıklı olması gerekmektedir. Ayrıca tutuklu olma; zorba yönetici; geçimsiz eş, akraba; yol güvenliğinin olmaması gibi durumlar da belirleyicidir. Misal, hicri 326 (milâdi 937) senesinde 'Karamitalar' olarak adlandırılan eşkıyaların çıkardıkları isyan yüzünden hac yirmi yıl kadar farz sayılmamıştır. Bu kıstaslardan yola çıkan İslâm âlimleri, 'sağlık-afiyette olmak' hususunu biraz daha genişleterek, yönetici olmayı da bu özürlerin içine katmışlardır. Zira Osmanlı Padişahları da devletin bekâsı, milletin huzuru, vatanın refahı için hacdan muaf tutulmuş; Nizam-ı Âlem, İlâ’yı Kelimetullah davası uğruna bu ibadetten feragat ettirilmiştir. O yıllarda hac ibadetinin neredeyse üç ay sürdüğünü ve Osmanlı gibi bir devletin üç ay boyunca başsız kalmasının doğurabileceği sonuçları da bir düşünün.



Toparlayacak olursak, hem tasavvuf hem de kelâm (fıkıh) ehlinin ortak kanaati ile ortaya çıkan hacdan feragat durumu; Allah yolunda cihadın, hacdan daha makbul bir ibadet olmasından ve Müslümanların Başı (emir-ül müminin) olmanın yüklediği sorumluluktan kaynaklanmıştır. Ayrıca bütün Osmanlı Padişahları, kendilerine bir başkasını vekil tayin ederek hacca gönderme geleneğini istisnasız olarak sürdürmüşlerdir ki bu da “Emirler, padişahlar sultanlık hâlleri devam ettiği müddetçe hacca gitmezler, yerlerine bedel gönderirler.” diyen İbn-i Abidin Hazretleri başta olmak üzere birçok fıkıh âliminin ortak içtihadıdır. Düşünün bir kere, Allah’ın kılıcı (seyfullah) olmayı hayat tarzı olarak benimsemiş bir milletin ve böyle bir milletin en seçkinleri kabul edilen hanların, hakanların, padişahların İslâm’ın temel esaslarından birini bilinçli olarak terk etmesi mümkün müdür? O insanlar, güzel insanlardı cancağızlar. Cumhuriyet Türkiye’sinin büyük âlimlerinden olan, Van-Bahçesaraylı Seyit Ahmet Arvasî Bey’in de dediği gibi “Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.” Bırakalım da gittikleri yerde rahat etsinler.