Devleti Düşünmek, Devletle Düşünmek - Haydar Murad Hepsev - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Devleti Düşünmek, Devletle Düşünmek - Haydar Murad Hepsev
Tarih: 30.11.2008 > Kaç kez okundu? 3161

Paylaş


Devlet üzerine düşünmek önemlidir. Bir toplumun en üst organizasyonu olarak devlet, en küçüğünden en büyüğüne kadar herkese ulaşan ve çerçeveleyen bir kurumdur. Lakin devleti doğru anlamak lazımdır, çünkü devlet olduğu gibi duran bir kurum (ya da kurumlar topluluğu) değildir. İnsana ait olan her şey gibi devlet de değişmeye ve gelişmeye tabidir.

Devletin Kur’an-ı Kerim’deki anlamı “gücün ve malın elden ele geçmesi”dir. Batı dillerindeki “state” kelimesinin sözlük manası “hal, durum, vaziyet”tir. Devlete verilen ilk tanımlama ya da sözlük karşılıkları dahi, devleti sadece şekil, dış yapı veya kurum olarak görenlerin fikirlerini çürütmeye yetiyor. Devlet bir sürekliliktir, evet, lakin anlayış, düşünce ve yaklaşım tarzlarının farklılaşmasıyla değişen bir devamlılıktır. Zamanın ve şartların değişmesi ile yenilenen bir süreklilik. Zaten eğer değişemiyor ve yenilenemiyorsa bir devletin uzun süre yaşaması mümkün değildir. Ve bu, dünya tarihinin değişmez bir kaziyyesi, yüzlerce örneği olan bir kaidesidir. Zamana bağlı olarak insanların değişen talep ve ihtiyaçlarının, dünyanın temelinde olan rekabet ve çekişmenin, büyük hadiselerin yüksek geriliminin zorlaması ile devlet de değişir; hem devlet olma düşünce ve anlayışları farklılaşır hem de devlete ait şekil ve kurumlar başkalaşım geçirir. Devleti devlet yapan aynı zamanda gerçek ve kuvvetli yöneticilerdir; onların güçlü etkileri de devleti değiştirir. Mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet, monarşi, demokrasi vb. yönetim biçimlerinin zaman içinde gelişmesi ve hâkim olmasıyla da devletler bir başka değişim daha geçirirler.

Devlet, insanlık tarihinde hep var olmuştur. Fetret, anarşi, keşmekeş dönemleri olmuştur ama devlet hep var olmuştur. İlkel zamanlarda devletin bulunmadığı fikri de doğruyu ifade etmemektedir. Devletin tek bir şekli yoktur. Asıl anlamıyla devlet, toplumların gücünün kurumlar ve şahıslarca kullanılması, millete ait malların dağılım ve paylaşımlarının belirlenmesidir. Bu konuda verilebilecek en güzel örnek –yine ve hâlâ- ailedir ve aile de en küçük devlettir. Âdem babamız ve Havva anamızdan yani dünyanın başlangıcından beri aile hep var olagelmiştir. İnsanlar, yaşama ve varlıklarını devam ettirme duygusuyla doğadan, hayvanlardan ve diğer insanlardan korunmak için birlikte hareket etme ihtiyacı duymuşlardır. Böylelikle güçlerini birleştirmek ve beraber hareket edebilmek için şekiller bulmuşlardır; işte bu şekillerden devlet oluşmuştur. Ailenin giderek genişlemesi yeni ihtiyaçlar, bunlar yeni kurum ve kuruluşlar doğurmuş ve uzun asırlar içinde devlet tekâmül etmiştir.

Devletin fazla ileriye gittiği zamanlar vardır, geri kaldığı dönemler vardır. Bu iki aşırılık tabii ki adaletin ve dolayısıyla toplumunun huzurunun bozulmasıyla neticelenir. Dahası, devletin varlık ve meşruiyetini tartışılır hale getirir. Terazinin diğer kefesi için şunu da ilave etmek gerekir: Devletin de tam bir ölçü tutturması son derece zordur. Burada millet ve devlet uyumu devreye girmektedir. Ölçünün tutması için devlet çok dikkatli, hassas ve dengeli olmalı; millet de uyarı görevini, tepki ve itiraz hakkını gerektiği gibi kullanmalıdır.

İnsan yaradılmışların en gelişmişi ve en karmaşığıdır. Devlet de onun kadar gelişkin, onun kadar boyutlu ve karmaşıktır. Onun için tarihin sadece bir bölümüne bakarak tanımlama çalışması yapmak da yanıltıcıdır. Ya da devletin bugünkü durumuyla bütün bir dünya ve insanlık tarihine şudur veya budur diyemeyiz. Konuyu temeline inerek ve hemen her cephesinden bakmaya çalışarak ele almak, en geçerli metottur.

Türkçede Devlet

Ruh, dil ile yansıtılır; milletin özü, lisan ile dışa vurulur. Milletlerin önem ve değer verdiği kavramlar böylelikle kelimelere dökülür. Kelimeler, deyimler ve atasözleriyle bir millet ne yönde olduğunu, neye özlem duyduğunu, neyi yapmak istediğini açıkça ifade eder aslında. Onun için devlet kelimesinin Türkçedeki yerine bir göz atalım. En iyi sözlüklerimizden olan Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’sinde şu karşılıklar var: “1. baht, tali’, saadet. 2. nimet, mevki, servet. 3. müstakillen idare olunan hükümet ve ülkesi. 4. hükümet süren sülale.”

Milletimiz “devlet baba” derken bütün bunları ve devletin babacan olmasını, cömert ve adil olmasını kasteder; öyle ya, baba verir ve paylaştırır. Falanın “başına devlet kuşu kondu” derken saadet ve nimete kavuşmayı kastederiz ama bir makama gelen için de bu deyimi kullanırız. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyimi, evet, başarılı olmanın büyük önemini vurguluyor, ama devletsiz yaşayacağıma kuzgunun leşine razı olayım anlamını da çağrıştırmıyor mu? “Devletli sinek yoğurt kâsesine konar, şehre gider, devletsiz sinek et kâsesine konar, köye döner.” atasözümüz ne kadar da güzeldir. Şahadet mertebesine ulaşmayı “devlet-i şahadet” tamlamasıyla ifade etmişizdir. “Devleti dönmek, devletini tepmek, devlet düşkünü” deyimleri de zengin anlamlı sözlerimizdir. Halkımız birbirini uğurlarken “devletle” demektedir, bunun kadar güzel bir uğurlama sözü dünyanın hangi dilinde vardır?

Kanuni Sultan Süleyman’ın “Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyti, bir atasözü olmuştur. Bir devletlû’nun ağzından çıkan en görkemli sözlerdendir; devletin başı aynı zamanda milletin en büyük sözcüsü değil midir? Padişahımız, Kanuni Süleymanımız da bu kelimeyi gerçekten muhteşem bir biçimde ifade etmiştir.

Asıl Devlet, Gölge Devlet

Asıl devlet ise Allah’ın devletidir ve bu, ne kadar muazzam, ne yüce, ne büyük ve ne muhteşemdir. Dünyası ve ahireti, fiziği ve metafiziği, yeryüzü ve gökyüzü, gecesi, gündüzü ve mevsimleri; güneşi, ayı ve yıldızları ile İlahi Devlet, evet, vardır. Ve İlahi Devlette ne kadar büyük bir uyum, ahenk ve denge vardır; ne kadar kesin ve ölçülü bir adalet vardır; ne derece üstün bir sistem, düzen ve işleyiş bulunmaktadır. İnsanlar, cinler, melekler, hayvanlar, bitkiler ve cisimler ne kadar ince bir hiyerarşi, denge ve irtibat içinde yerli yerindedirler. Dünya devlet(ler)i, bu devletin taklidi ve benzeridir.

Tanrı ilhamıyla kurulmuştur, dünya devletleri. O’nu taklit etmiştir insanlar. Ve yeryüzünde kurulan devletlerin ideal manada işlediği dönemler de vardır. Mesela Hz. Yusuf’un, Hz. Musa’nın, Hz. Süleyman’ın ve Son Peygamberin gerçekleştirdiği ve yönettiği devletler, dünya planında ideal devlete örnek teşkil ederler. Ve tabii ki din bakımından tekâmülün son halkası bizim peygamberimizdir; onun kurduğu, yaşattığı ve büyüttüğü devlet, insanoğlunun son dönemine mükemmel bir ışık tutmaktadır.

Toplum kalitesini iman, ilim, cihad ile yükseltip iktidar gücünün ısırıcı etkisini en aza indirerek dengeli, huzurlu, güvenli ve ahenkli bir yönetim, Asr-ı Saadet’te mümkün olmuştur. Peygamber Efendimizden sonraki dört halife de insanlığa en güzel bir biçimde örnek oldular. “Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa / Ömer’den adl-i İlahi sorar onu” veciz sözleriyle ifade edilen olağanüstü durumu, insanlar, işte o zaman gördüler ve dünya tarihinde bulunmayan bir yücelikle bir devletin nasıl yönetileceğini öğrenmiş oldular. Ömer bin Abdülaziz’in idareye geçişinden yalnızca bir sene sonra, zekât verecek fakir bir kimse bulunamadı. Çünkü mal ve servet o kadar iyi dağıtılmıştı; ekonomi o kadar iyi yönetilmişti. İslam tarihinin bundan sonraki dönemlerinde de iyi örnekler vardır. Elbette ki dünya tarihinde de pek çok güzel misaller bulunmaktadır.

Din ü Devlet ve Dinsiz Devlet

Gerçekte din, devlet, millet ve medeniyet olguları arasında kesin bir irtibat vardır; bunlar bir bütünün dört ana unsurudurlar. Bu sebeple devleti dinden, dini devletten soyutlayamayız. Tabii ki bu Batı için geçerli değildir, çünkü Batı tahrif olunmuş bir dinin, bozulmuş devletlerin, karışık bir medeniyetin mirasçısıdır. İslam ise dünya ve insanlık tarihindeki son büyük yenilenmenin, doğru ve sahih kaynakların medeniyetidir, bu yüzden bütün ve uyum medeniyetidir. Fakat hâlihazırda Batı medeniyetinin hâkim oluşu ve kendini dünyaya empoze edebilecek güçte bulunması, Batının devlet kurumuna verdiği anlam ve biçimin de dünya çapında yayılmasını doğurmuştur. Batı, devletle dinin ayrıştığı ve laisizmle bu durumun statüye dönüştürüldüğü bir sistemi yaymaktadır. Bu ise Doğu için özellikle İslam için sağlıksız bir sistemdir; toplum katmanlarını birbirinden koparmaktadır, devleti hantallaştırmakta ve dolayısıyla ekonomiyi de olumsuz etkilemektedir. Devletle dinin yüzyıllar süren karşıtlığı ve hatta savaşımı, Batıyı sevgisiz ve ruhsuz bir uygarlık yapmıştır. Bu sebeple, Batı, dünyaya kendini tam olarak kabul ettirememiştir.

Dinsiz devlet modeli de Rusya’da (o zamanki adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) tatbik edilmeye çalışıldı. Rusya, dini tamamen dışlayarak halklarını yönetemeyeceğini, 70 sene sonra çok acı bir şekilde anladı. Bu acı tecrübe, Rusların dünyanın önemli devletlerinden olma konumunu çok uzun süre kaybetmeleriyle sonuçlandı; eski yerlerini hâlâ elde etmiş değiller. Dini sadece inanç ve duadan ibaret sayan Hıristiyanlığın bu durumu bile, topluma biraz olsun sulh ve sükûn verebilmektedir. Yani din, devletlerin daha az askeri ve inzibati olmasına, yani daha az para, mal ve kaynak harcamasına vesile olmaktadır.

Devlet ve bireyin karşı karşıya olduğu yerlerde, bireyin hak ve hürriyetini koruyacak lakin diğer fertlerin ve devletin de konumunu gözetecek, tam ve yeterli formül bulmak oldukça zordur. Lakin dinin etkin olduğu toplumlarda polisiye tedbirlerin en aza indiği de bir vakıadır. Evet, devlet kendi toplumunun sükûn ve huzurunu sağlamakla mükelleftir; bunu da sadece polisiye tedbirlerle başarması mümkün değildir, dinin ruhlara hitap eden büyük gücünü yanına alırsa rahat eder.

Dünya Devleti Var mıdır?

Evet, vardır. Bütün dünyaya kendini kabul ettirmiş, tam bağımsız ve büyük devlet, işte, dünya devletidir. Diğer bir deyimle gerçek devlet, dünya devletidir. Yarım devlet, çeyrek devlet ya da devletçik modelleri zamana ve şartlara göre var olabilirler; fakat bağımsızlıkları tam, varlıklarını devam ettirme gücü ve erki kendilerinden değildir.

Burada, dünyanın bir tek devlet tarafından idaresi mümkün olabilir mi sorusu akla gelebilmektedir. Bunun bir ütopya olmadığı kanaatindeyim. Kaldı ki günümüzde ABD hem kendi gücüyle hem de BM yoluyla dünyaya yön veren başlıca devlet konumundadır. Kimi devletleri ikna yoluyla ve izlediği incelikli politikalarla, kimilerini kaba kuvvetle ve kimilerini de ekonomi gücüyle idare etmektedir. İletişim, ulaşım ve teknolojinin en büyük payına sahip olduğu da unutulmamalıdır. Egemen olma gücünü akıl almaz boyutlara çıkaran bu üç büyük güç, çağımızda oluşmuştur ve devlet olgusunu tamamen değiştirmiştir.

Ayrıca, müslümanların tek bir devleti olabilir mi sorusu da akılları kurcalamaktadır. Abbasilerin bir dönemine kadar müslümanlar, tek bir devletti; İspanya’da Emevilerin ayrı bir devlet kurmasından sonra artık dünyanın birçok yerinde ayrı devletler halinde yaşadılar. Fakat diğerlerinden büyük bir devlet, ana İslam devleti olarak mevcuttu diyebiliriz. Emevi ve Abbasi devletlerinden sonra Selçuklular, Memluklar, Babür ve Osmanlı devletleri bu konumdaydılar.

Aslında bütün Müslümanların tek bir devletinin olması şart da değildir. Lakin bütün Müslümanların temsilcisi ve hamisi olan büyük bir İslam devletine, Müslümanların ihtiyacı her zaman olmuştur. Bugün bu ihtiyaç daha da belirginleşmiştir. Ülkemizde bir konferans veren Pakistanlı siyaset sosyologu Asaf Hüseyin isabet etmiştir: “Dünya üzerinde 1 milyardan fazla Müslüman yaşadığı halde, bir İslam devleti kurulamamıştır. Bu utanılacak bir durumdur. Evrensel bir din olan İslam’ı, Müslümanlar bölgesel olarak yaşıyorlar. Herkes kendine göre bir İslam anlayışı benimsemiş. Müşterek bir hedef belirlemek zorundayız. Evrensel anlayışın en güzel örneğini Osmanlı’da görüyoruz. (27 Kasım 1995, Akit Gazetesi)”

Evet, Osmanlı devleti Müslümanların son büyük İslam devletiydi ve sadece varlığı bile Müslümanların kalbine derin bir ferahlık veriyordu. Dünyanın en uzak köşesindeki en zayıf bir Müslüman için dahi bir kuvvet, bir ümit olabiliyordu. İslam’ın temsilini, dünyaya tebliğ ve cihadını en zayıf zamanında bile yürütmeye çalışan Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra İslam milleti, sanki babalarını yitirmiş bir aile gibi bikes ve mahzun oldu. Bugün Müslümanlar zillet içindedirler, diğer milletlerce hor ve hakir görülmektedirler. Afrika’da, Asya’da, Avrupa’daki Müslümanlar dağılmış bir tespihin taneleri gibi yalnız ve biçaredirler; küfrün amansız zulmü altında ezilmektedirler. Oysaki mesela Osmanlı, Fransa’daki bir baloyu, zararı benim ülkeme de dokunur diye iptal ettirebiliyordu; dünyanın her yerindeki Müslümanların yardımına yetişebiliyordu, mesela Açe-Sumatra gibi dünyanın ta öbür ucundaki müminlere sahip çıkmak için gemi gönderebiliyordu. Daha nice örnekler vardır ki sayfalara sığmaz… Müslümanların birinin bile burnunun kanaması bizi ta kalbimizden yaralar. En zayıf bir müminin tenine batan diken, sanki bizim kalbimize batmış bir oktur. Hiçbir Müslümana zarar gelmemesinin çaresi ve önlemi, büyük ve güçlü ve yüce ve gerçek bir İslam devletidir.

Devletlerin Ömrü

Devletlerin ömrü hakkında, büyük düşünürümüz İbn Haldun kadar etraflı, tutarlı ve köklü tez geliştiren bir başka mütefekkir çıkmadı. Onun devletlerin doğuşu, hayatiyeti ve çöküşleri konusundaki yetkin düşünceleri aşılamamıştır. İçinde yaşadığımız şu zaman diliminde İbn Haldun’un düşünce ve tezlerinin daha da önem kazandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, şu anda dünya devletlerinin kendi sınırları içinde değişmez bir statü kazandıkları iddia edilebilir. Fakat fırtınaların öncesinde de bir sessizlik ve durgunluk olduğu bir gerçektir. Lakin gören gözler, dünyanın kaynayan bir kazana dönüşmeye başladığını gözlemlemektedirler.

Azıcık tarih bilgisi olan hiç kimse, elan mevcut olan devletlerin dünyanın sonuna kadar payidar olacağını ve 20. yüzyılın başında çizilmiş olan sınırların asla değişmeyeceğini, elbette, söyleyemeyecektir. Tarihin çok uzak zamanlarına gitmeye hacet yok; birinci ve ikinci dünya savaşları, böyle bir iddiayı hemen çürütecektir. Dünyanın tansiyonu da son zamanlarda artmıştır. Onun için bu fikirler üzerinde durmak önem kazanmıştır.

Osmanlı, İbn Haldun’un düşünce ve tezlerini gerçekten anlamaya ve buna göre tavırlar geliştirmeye ve yaklaşmakta olan çöküşü önlemeye çalıştı. Bu arada iki önemli devlet adamı ve tarihçi, bu tez üzerinde önemli çalışmalar ve açılımlar yaptı. Bilindiği gibi İbn Haldun, devletlerin ömrünü üç nesil yani 100–120 sene olarak tespit etmişti. Ahmed Cevdet Paşa (1851–1900), insan unsurunun yani büyük devlet adamlarının ve hükümdarların devletlerin ömrünü uzatacağı şeklinde bir ekleme (ve düzeltme) yapmıştır. Netâyic-ül-Vukû’ât (Olayların Sonuçları) adlı tarih kitabının sahibi Mustafa Nuri Paşa (1824–1890) ise her üç nesilde yani her yüz senede “devletin usul ve adetleri değişir ve dönüşür” diyerek İbn Haldun’un tezini gerçekten tam bir vuzuha kavuşturdu ve tadil etti. Kitabında, Osmanlı Devleti’ni aşağı yukarı yüz senelik (en azı 85, en çoğu 113) altı bölümde incelemiş ve her dönemdeki yenilenme ve değişimleri de gözler önüne sermişti. Tarihin bam teline basan ve son derece ince açıklamalar yapan devlet adamı tarihçimizin bu yüksek fikirleri ve kitabı ne yazık ki aydınlarımızca doğru dürüst incelenmemiştir. (Netâyic-ül-Vukû’ât, Türk Tarih Kurumu’nca 1979-80’de yayımlanmıştır.)

Devletin Ana Fikri Olur mu?

Devleti yaşatan en önemli özlerden birisi de, o devletin kurulmasını gerektiren ve bir ortak irade oluşturan ana fikre sadık kalınması hususudur ki bu çok önemlidir. Devletlerin de ana fikirleri, ana temaları ve ana yöntemleri vardır. Devlet sadece hükümet etmek için kurulmaz. Devletin ideolojisi olmaz diyenler kesinlikle yanılgı içindedirler. Coğrafyanın, tarihin devleti ve devleti oluşturan halkların, devletin oluşumu ve hayatiyetinde çok güçlü etkileri vardır. İşte bir devlet, içinde oluştuğu coğrafya ve kendi tarihinin yoğurmasıyla, toplumunun karar ve iradesiyle bir ana fikir, gaye, tema ve yöntem belirler. Bu irade ve ana fikir ne ölçüde doğruysa devlet de o denli güçlü olur. Bu ikisini dinamizmle taşıyabildiği sürece güçlü ve hayatiyet sahibi bir devlet olur. O ilk karardan taviz verilmeye başlandığı andan itibaren düşüş ve çöküş sürecine girer. Tabii ki o ilk kararın doğru verilmesi, ana fikir ve yöntemlerin gerçeğe uygun olması şarttır.

Osmanlı Devleti, i’lâ-yı kelimetullah ve İslam Birliği ana fikir ve gayesiyle kurulmuş; ilim adalet ve cihadı yöntem olarak seçmiş bir devletti. Osman Gazi, ölmeden kısa bir süre önce oğlu Orhan Gazi’ye “Bizim davamız kuru cihangirlik davası değildir, ancak i’lâ-yı kelimetullahtır” diyerek kendisinden sonrakine bu ideali aktarmıştır. Diğer yandan, iki yüzyıl kadar süren ve önce Haçlıların ve sonra Moğolların istilasıyla neticelenen (ve başlıca sebebi de birliksizlik olan) zilletin, Osmanlı’nın ortaya çıkışında büyük rolü vardır. Müslümanlar, güçlü ve dayanıklı bir ittihada öyle büyük bir ihtiyaç hissediyorlardı ki bunu gerçekleştirme liyakatine sahip bir birliğin etrafında çok kısa zamanda toplandılar, gerçekten de büyük bir birlik ve devlet kurdular. O ilk kararlarına sadık kaldıkları müddetçe, devletin ana gaye ve fikrine bağlı kaldıkları sürece, ilim ve cihada riayet ettikleri zamanlarda çok başarılı oldular; çok kısa zamanda çok büyük fetihler ve muvaffakıyetlere imza attılar. Bunlardan uzaklaşma ve gaflet etme vakitlerinde ise hükümet etmede bile iyice zorlandılar.

Devletin kendini yenilemesi mecburiyeti, işte, burada önemle ortaya çıkıyor. Değişen zamana ve şartlara göre, yeni tavırlar alma ve o ilk kararı tatbik etmekte çekilen zorlukları aşma çalışmaları, devletin her yüzyılında yani üç nesilde bir yapılmalıdır. Sultan II. Abdülhamid de bunu yapmak istedi. Osmanlı’yı, İslam Birliği ideali ve politikasıyla yenilemek ve örgütlemek istedi. Osmanlı’nın bu son tazelenme atağı maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Lakin II. Abdülhamid büsbütün başarısız değildir, Osmanlı’nın ömrünü 50 yıl daha uzattı. Çanakkale muharebesini onun yetiştirdiği subaylarla kazandık. İstiklal Savaşı’nda da onun payı vardır. Eğer o dönemde Osmanlı’yı derleyip toparlamamış olsaydı, bağımsızlığımızı belki de 1960’larda kazanmış olacaktık, mesela Cezayir gibi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ana fikri, “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” cümlesinde özetlenmiş görünüyor. TC, yöntem olarak da “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini seçmiştir. Bu fikir ve yöntemin, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasının bin senelik tarihiyle, 5 bin senelik geçmişiyle uyuştuğu şüphelidir. Halkının bu görüşleri paylaştığı da söylenemez, çünkü milletin ruh ve karakterlerine uymamaktadır. Fakat ne olursa olsun 80 seneyi doldurmuştur ve artık derin derin düşünmesinin zamanı gelmiştir. Yanlışlıklarını düzeltmesi, tarihin ve coğrafyanın gereklerine dönmesi, çağın şartlarına göre yeniden tavır belirlemesinin zamanı gelmiştir. İlmin ve mütefekkirlerin yol göstericiliği altında çok sıkı bir murakabe yapmanın tam vaktidir. İbn Haldun’un devletlere biçtiği ömrün dolmasına 20–30 senelik bir zaman kalmıştır veya o kadar zaman artık bulunmayabilir, çünkü zamanımızda olaylar çok hızlı ilerlemektedir.

Gerçek Devlet Büyük Devlettir

Teknolojinin ve bilhassa silah teknolojisinin, ulaşım ve iletişimin akıl almaz boyutlara ulaşması, devlet olmayı ve hükümet etmeyi de değiştirmiştir. Nasıl ki topun icadıyla derebeylikleri yıkılıp imparatorluklar kurulmuşsa kıtalar arası füzeler ve nükleer silahlar da çağımızdaki hegemonya kavramını iyice farklılaştırmıştır. Dünyada bugün iki tür devlet vardır: Büyük ve tabi olunan devlet, küçük ve tabi olan devlet… Birinci gruba 7 ila 10 devlet girmekte, diğer bütün devletlerse ikinci grupta kalmaktadır. Çağımızda, büyük devlet olmak ile gerçek devlet olmak özdeşleşmiş gibidir; büyük devlet olmayanın gerçek devlet olma özelliği kalmamıştır. Büyük devlet olmak da her şeyiyle yani toprağıyla, nüfusuyla, teknolojik ve askeri gücüyle, bilimsel öncülüğüyle, yetenekli ve atılımcı insan unsuruyla doğru orantılıdır.

Çağımızın tek gerçek ve büyük devleti ABD’dir. Büyük devlet, ta ilk kurulduğu zamandan itibaren büyük devlet olmaya niyet ve azmetmiş olandır. Daha ilk kuruluşunda Roma’ya, Batı’nın ideal devletine varis olma iddiasını taşıyordu, Amerika Birleşik Devletleri. Bunun en basit ispatı, ABD’nin ilk başkanı G. Washington’un yaptırmaya başladığı meclis (senato, kongre, yüksek mahkeme) binasının Capitol olarak adlandırılmasıdır. (Capitol, Roma’nın ünlü ve büyük mabedidir ve uzun asırlar boyunca şehre ve devlete simge olmuştur.)

Devletler de Örnek Alır

Evet, büyük devlet olmanın başlıca hususiyetlerinden birisi de tarihteki ve yaşayan büyük ve gerçek devletleri örnek almaktır. Devletlerin birbirinden etkilenmeleri doğaldır, çünkü değişen zamana ve olaylara göre kendini ayarlama ve ayakta kalmanın başlıca şartlarındandır. ABD de bu şarta uymuştur. Mesela dışişleri bakanı “secretary of state (devlet sekreteri)”dir; Osmanlı’da ise reis-ül-küttab (kâtiplerin yani sekreterlerin reisi) dışişleri vazifesini yürütmekteydi. Görüldüğü gibi makam ismi aynen alıntılanmıştır. Ayrıca bilindiği gibi ABD’de başkanlık sistemi caridir, başkan ve yardımcısı birlikte seçilmekte ve beraberce hükümet etmektedirler. Bu da Osmanlı’daki padişah-sadrazam ikili sisteminin değişik bir şeklidir. Yani ABD aşikâr bir biçimde Osmanlı’dan etkilenmiş ve ondan aldıklarını bünyesine adapte etmiştir.

Alınacak ve taklit edilecek olan tabii ki biçim ve dış yapıdır, ruh ve muhteva asla olmamalıdır. Fakat T.C. tam tersini yapmakta, biçimlere direnmekte, ruh ve bünyeyle uyuşmaz yabancı muhtevayı taklide yeltenmektedir. Ayrıca sadece biçimsel değişimler ile bozulan bir yapıyı, çürüyen devleti kurtarmak mümkün değildir.

Kazlar Devlet Kurtarır mı?

Yukarıda Capitol’den bahsetmiştik. Şöyle bir efsane vardır: Roma’nın iyice yıkılmaya yüz tuttuğu dönemde, nöbetçilerin uyumasına rağmen Capitol’ün içindeki kazların bir ağızdan çığlıklarıyla geceleyin saldıran düşman ürkmüş ve baskın böylece püskürtülmüş, Roma da kısa bir zaman için kurtarılmış. Ama düşmanın bir sonraki saldırısında kazlar tabii ki kurtarıcı olamamış ve Roma tarih sahnesinden silinip gitmiş… Kural değişmedi düşman yine gece saldırıyor ama bizim kazlarımız yok ya da bizim kazlarımız bekçilik değil efendilik yapıyor. Aydınlarımız ne yapıyor? Cıyak cıyak bağırmıyorlar mı? Ama onlar düşmanı kovmak için değil aksine davet etmek için bağırıyorlar.

* * *

Her şey bize yeniden büyük olmamızı emrediyor. Tarihin, coğrafyanın, sosyolojinin, bilimin ve aklın her zerresi, bize yeniden büyük, gerçek ve yüce bir devlete erişmemiz gerektiğini anlatıyor. Ecdat, “devlet adama ayağı ile gelmez” demiştir. Tarih masal değildir, coğrafya efsane değildir. Bizler hayal ülkesinin iyimser yaratıkları değiliz. Evrenin somut ve acımasız kurallarına tabiyiz. Bu kurallara riayet etmekten başka yol mu var? Çalışmadan, büyük irade ve büyük sabır göstermeden, büyük ve ortak akıl sahibi olmadan; devlet yani nimet toplumun ayağına gelir mi?

Devletin yoksa sana devlet vermezler. Hiç kimse bir nimeti bedavaya vermez. Güçlü değilsen sana acımazlar. Kuvvetini büyütmeye çalışmazsan elindekini de almaya gayret ederler. Kırk satır mı kırk katır mı tercihini yaptırmazlar, ikisini de beraber sunarlar yüreği yufka olanlara. Her gün sana büyük bir problem çıkarmakla kırk satır cezasını zaten uygulamıyorlar mı? Kardeşi kardeşe kırdırmakla kırk katır cezasını zaten tatbik etmiyorlar mı? O halde düşün, derin derin düşün ve bir karar ver. Niyet et, azmet, sabret, sebat eyle; ayağı ile gelmeyeni bileğinin gücüyle kendin getir.

www.yucedevlet.com





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 37
Dün Tekil 2050
Bugün Tekil 825
Toplam Tekil 4079603
IP 3.137.185.180






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























18 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


Hepiniz birer T rk Bayra s n z. Bayra lekelemeyin, kirletmeyin yere d rmeyin.
(Alpaslan T RKE )


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 9.059 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu