Sis Dağılıyor: Unutturulan Türkçüler - Mustafa Köse - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Sis Dağılıyor: Unutturulan Türkçüler - Mustafa Köse
Tarih: 05.12.2008 > Kaç kez okundu? 3168

Paylaş


Milli Mücadele döneminde, Giresun’da ayaklanmalara ve işgalcilere karşı 3000 silahlı "Alparslan Grubu’nu, Osman Ağa ve Halkımızla oluşturan, Cephelerden "Türk Yurdu" dergisine Alparslan" adıyla makaleler yollayan, Tirebolulu Sakarya Şehidi Hüseyin Avni ALPARSLAN’ın, Yusuf AKÇURA’yla tanıştığı, ona saygı duyduğu, düşüncelerinden etkilendiği ve çalışmalarında, Türkçe ve Türklük konusundaki görüş ve yazılarında benzer çizgiyi takip ettikleri söylenebilir. Dağılmakta olan Osmanlı İmparotorluğunun ana grubu olan Müslüman Halka, Türk kimliği ve Türklük bilincini kazandırmak ve diğer Asya’daki Türk asıllı topluluklara yönelmek..Geçmiş tarihte Türk Ulusu’nun büyük devletler kuran tarihini ortaya çıkarmak, öz Türkçeye dönmek ve Türk kültürünü yeniden yükseltmek. Cephelerde genç bir komutan olan Hüseyin Avni ayni zamanda bu fikirlere heyecanla bağlı ve yazarak da üretebilmek gayretindeydi.. Ancak, Türkçü’lüğün büyük ustası, Türk Yurdu Dergisinin, Türk Ocağı’nın kurucuları arasında olan ve bilinen tarihimizde Türkçülüğün ilk Manifestosunu yazan Yusuf AKÇURA, daha sonraları büyük ölçüde unutturulmuştur. Bugün, günümüzde değeri ve düşüncelerinin güncelliği ve önemi artmıştır, açık gerçek budur.

YUSUF AKÇURA KİMDİR :

Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte Tanzimat’la birlikte başlayan ve günümüze kadar süregelen fikir akımlarının büyük önemi vardır. Bu fikir akımları sonradan ortaya çıkan oluşumların temellerimi atmışlardır.

Türkçülük fikri de bu akımlardan biridir. Türkçülük fikrini bilimsel bir temelde ilk olarak ele alan bilim adamı ise Yusuf Akçura’dır. Bu çalışmada, Yusuf Akçura’nın hayatı, etkilendiği ortamlar ve fikirlerinin gelişimi ele alınacaktır.

DOĞDUĞU ORTAM, RUSYA’DA TÜRKLERİN DURUMU VE TATARLAR:

Yusuf Akçura, Türk Ocakları tarafından yayınlanan "Türk Yılı 1928" adlı eserin "Türkçülük" bölümünde kendi ailesi hakkında şu bilgileri vermektedir ; "Akçura ailesi; Şimal Türklüğünün kadim ailelerindendir. Bütün aristokrat aileler gibi, Akçuraoğulları da baba ve dedelerini dörtyüz yıl evveline kadar bilmem kaç göbek sayar durular. Yusuf un babası, büyücek bir çuha fabrikası sahibi oldukça zengin Hasan Bey adlı bir fabrikatör idi. Anası, Kazan’ın en maruf bir burjuva ailesi olan Yunusoğullarından Bibi Kamer Banu Hanım’dır. Yusuf 1879 senesi Kanun-u Evveli’nin (Aralık) ikinci günü Volga sahilindeki Simbir (elyevm Olyanovski) şehrinde tevellüd etti. Yusuf henüz iki yaşında iken babasını kaybetti ve yedi yaşını ikmal etmeden anasıyla beraber İstanbul’a geldi." O, ilk Akçura’nın Kırım’dan Kazan’a göç ettiğini büyük amcasından duymuş ancak bunun doğruluğunu tespit edememiştir. Akçura’nın mensup olduğu Volga Tatarları, Rus egemenliği altında yaşayan Müslümanlar arasında en iyi durumda olanlardı. Bir yabancı yazar buradaki Tatarların Rusların dinsel engellerle giremedikleri Orta Asya ile Batı arasındaki ticarete aracılık ettiklerini böylece zengin bir tüccar sınıf meydana getirdiklerini belirttikten sonra şöyle yazıyor:

"Tatarların bu konumu, Rumların Osmanlı İmparatorluğu’nda oynadığı rolü hatırlatıyordu. Ortodoksların bünyesindeki Rumlar gibi Tatarlar da Rusya Müslümanlarının bünyesinde kültürel ve ekonomik bakımdan seçkin bir kesimi oluşturuyorlardı. Yine onlar gibi, Doğu Batı ticaretindeki rollerinden dolayı, yüksek bir gelişme düzeyi elde etmişlerdi. Rum burjuvazisi papaz ve tüccarlarını Balkanlara nasıl gönderdiyse, tatar din adamları ve tüccarları da Rusya ve Türkistan’daki Müslüman toplulukların arasına öyle yayılmışlardı.

Rusya’da mensup olduğu ailesinin toplumsal düzeyi, yapısı ve mevkii İstanbul’a göç eden Yusuf Akçura’nın tüm düşünsel davranışlarını etkilemiştir. Rusya’da azınlık durumunda fakat zengin bir aileye mensup olan Akçura, Türkiye’de o durumda olan unsurlarla, çoğunluğa mensup fakat fakir ve geri kalınış bir milletin üyesi olarak karşı karşıya gelmiştir. Bu durum onun olaylara, Türkiye’de yetişmiş aydınlardan daha gerçekçi bir yaklaşımı sergilemesine neden olmuştur. Akçura’nın bu özelliği onun bütün Türk dünyasını kucaklayan bir Türkçülük anlayışını geliştirmesinin de en büyük etkenidir.

İSTANBUL’A GELİŞİ VE BURADAKİ YAŞAMI :

Akçura’nın babası öldükten sonra annesinin de sağlığı bozulmuş, bu arada mali durumları da kötüye gitmiştir. Hem mallarına haciz konulması hem de annesinin sağlığı nedeniyle Rusya içinde birkaç şehir gezmişler sonra da İstanbul’a yerleşmişlerdir. Burada okula başlayan Akçura’nın annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenmiştir. Osman Bey Akçura’nın tahsiliyle yakından ilgilenmiş ve O’nu askerî okula gitmeye teşvik etmiştir.

Akçura’nın hatıra defterine göre askerî rüştiyenin üçüncü sınıfında iken annesi ile birlikte baba yurdu Kazan’ı ziyarete gitmiştir. Bu seyahatte İstanbul ile Kazan arasındaki medeniyet ve ümran farkı dikkatini çekmiştir. Rusların İstanbul’u berbat ve çamur deryası diye tahkir etmelerine kızmakla birlikte İstanbul’un bağımsız bir Türk şehri olmasına rağmen Rus yönetiminde bir şehirden geride olmasından üzüntü duymaktan kendisini alamamıştır.

Akçura kendisinin biraz şuurlu milliyetçiliğinin Harbiye’de tahsil ya¬parken başladığını yazıyor. Yunan Harbi’nin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip Asım’ın, Veled Çelebi’nin, Bursalı Tahir Bey’in Türkçülüğe ait yazıları yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Bey’in "Tercüman"ı bir ara İstanbul’da dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçura’nın fıkrî gelişiminin temellerini atmışlardır.

Akçura’nın Türkçülük fikirleri daha başından beri bütün Türkleri kapsamaktaydı. 1897’de Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrılan Akçura aynı yıl ilk makalesini "Malumat" dergisinde yayınladı. "Şehabettin Hazret" adlı bu makalesinde Kuzey Türklüğünün en ünlü kişilerinden ve Kuzey’de dinî yenilik ve millî uyanış hareketinin ilk liderlerinden Şehabettin Mercani’nin düşünce ve çalışmalarını aynı zamanda da Kuzey Türklüğünün irfan seviyesini, fikri hareketlerini Güneyli Türklere anlatmak istemişti. Amacı Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini tanıştırabilmekti.

Akçura, Harbiye’nin ikinci sınıfındayken Genç Türk’lük düşüncesine katılıp hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkum olmuştu. Hapisten çıkıştan sonra bir hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbi’nde yargılanmıştır. Mahkeme hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefık Bey’i askerlikten uzaklaştırdı. Aynı zamanda Akçura’yı müebbet olarak Fizan’a sürgün etti.

TRABLUSGARP’DAN FRANSA’YA KAÇIŞ VE BURADAKİ FAALİYETLERİ:

Fizan’a sürgün edilmek için Trablusgarp’a gelenler Akçura ile beraber 84 kişiydiler. ... Daha sonra şehir içinde kalmak koşuluyla serbest bırakıldı ve bazı resmi görevler aldı. Buradan arkadaşı Ferit Bey’le birlikte bir kayığa binerek Fransa’ya kaçtı.

1899 yılında Fransa’ya gelen Akçura’nı Türkçülük fikirleri burada olgunlaşmıştır. ... ... Paris’te Ahmet Rıza’nın Osmanlıcılığını, Mizancı Murat’ın İslâmcılığını ve Prens Sebahattin’in Adem-i Merkeziyetçiliğini Mağmumi’nin telkinleri doğrultusunda incelemek fırsatı bulmuştur. ... .... Gerçekten de Akçura Paris’te üç yıl süreyle devam ettiği Science Politique (Siyasal Bilgiler) okulunda ulus öğesinin tarihteki önemini anladı. Prusya bozgununun hemen ertesinde ve bu bozgunun öcünü alacak kadrolar yetiştirmek üzere tam milliyetçi bir şekilde donatılan bu okuldaki derslerde Albert Sorel ulus öğesinin önemi üzerinde ısrarla duruyordu. Akçura bu okulu bitirirken yaptığı tezinde "Osmanlı devletinin bu şekliyle korunmasının artık mümkün olmadığına karar vererek, milliyet fikirleri bu derece geliştikten sonra çeşitli unsurları bir araya toplayarak millet meydana getirmek mümkün değildir" diyordu. Bu arada Ahmet Rıza’nın Şurayı Ümmet ve Meşveret adlı gazetelerinde de yazıları çıkan Akçura, buralarda düşüncelerini tam olarak açıklayamamıştır.

FRANSA’DAN RUSYA’YA GİDİŞ VE RUSYA’DAKİ FAALİYETLERİ:

1903 yılında Siyasal Bilgileri bitiren Akçura, Türkiye’ye dönmesi ya¬sak olduğundan Rusya’ya doğduğu yere döndü ve amcasının evine yerleşti. Çok büyük tartışmalar yaratan ve üzerine kitaplar yazılan, Türkçülüğün ilk kez bilimsel izahının yapıldığı "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesini burada kaleme aldı.

Üç Tarz-ı Siyaset:

Y. Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-t Siyaset adlı makalesini Mısır’da yayınlanan Türk Gazetesi’nin 23-34’üncü sayılarında Nisan-Mayıs 1904’te yayınladı. Türk Gazetesi bu makalenin yayınlanmasından birkaç ay evvel gazeteci Ali Kemal’in etrafında toplanan bir grup liberal tarafından Kahire’de yayınlanmaya başlamıştı. Bu makalede üzerinde durulan ve uygulanabilirlikleri tartışılan ana ko¬nular şunlardır:

1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,

2. İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak,

3. Irka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.

Her biri Osmanlı Devleti’ni kurtarma yolu olarak görülen bu konuları şöyle irdeliyor :

Osmanlıcılık : Bu fikrin amacı yeni bir Osmanlı milleti oluşturmaktır. Osmanlı devleti’nin devamı için bu iş başarılabilirse elbette çok yararlı olur. Bunun için cins, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları haklar ve ödevler açısından eşit hale getirilecek, böylece ortak vatan kavramı etrafında Amerikan ulusu gibi bir Osmanlı ulusu oluşturulacaktır. Tek amacı sınırları korumak ve İmparatorluğu yaşatmaktır Akçura, Osmanlılık fikrini hem sakıncalı hem de imkansız görmektir. O, sınırların korunmasını devlet için yeterli bir amaç görmemektedir İmparatorluk halkları örgütlenip bir halk haline geldiğinde devletin kurucusu ve yöneticisi Türkler eriyip gidecek, egemenlik Arap çoğunluğa geçecektir. Ayrıca, Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini de öne süren Akçura, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupa’nın buna engel olmak için çalışacağını söyleyerek Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın boşa yorulmak olduğuna kanaat getirecektir.

İslamcılık: Osmanlı milliyeti siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikası meydan aldı diyen Akçura, İslamcılık siyasetinin Dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirmek amacı ve eylemi olduğunu söylüyor. Avrupalı yazarların Panislamizm dediği bu fikir Osmanlılık fikrinin zayıflamasıyla Abdülaziz zamanında başlamış olup, Abdülhamit zamanında fikirden eyleme geçmiştir. Bu dönemde Müslüman memleketlerinde geniş bir Panislamist propagandaya girilmiştir. Akçura, bu politikanın güçlüklerini anlatırken şunları göz önüne alır: Önce Tanzimat’ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecektir. Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdir. ... .... .

TÜRKÇÜLÜK : Bu siyasetin uygulaması, önce Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal bilinçden yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sağlanacaktır. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti, Japonya’nın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecektir. Bu siyasetin engelleri ise şunlardır: Önce Osmanlı Devleti’nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkan olmayan topluluklar Osmanlı Devleti’nden ayrılmak isteyeceklerdir. Büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya’nın da bu siyasete engel olmak isteyeceği kesindir. Ancak Türkçülüğün harici engelleri İslamcılığa göre daha azdır. Sonuç olarak Akçura, Osmanlıcılığı uygulanması imkansız bir siyaset olarak gösteriyor. İslamcılık ve Türkçülüğü ise, eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak niteliyor. Makalesini şöyle bitiriyor:

Hülasa öteden beri zihnimi işgal edip de kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinsen hangisi Osmanlı Devleti için daha yaralı ve kabil-i tatbiktir.

*Yusuf Akçura bu makalesiyle yüzyılın ilk yarılarında İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri arasında etkili olmaya başlaysan Türkçülüğü sistematik olarak ilk kez ortaya koydu. Bu nedenle ’’Üç Tarz-ı Siyaset’’ Türkçülüğün manifestosu kabul edilmektedir. *

Rusya’daki Siyasî Faaliyetleri:

Y. Akçura’nın Rusya’da bulunduğu yıllar Türkçülük fikrinin buralarda yayılmasına müsait bir ortama sahipti. Rus-Japon Savaşı ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura Rusya’da idi. Burada uygun zemin bulmuş olan Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazan’da tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yaptı. "Kazan Muhbiri" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gaspıralı İsmail Bey, Ali Merdan Bey, Abdürreşit Kadı ibrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905’te "Rusya Müslümanları İttifakı" adında büyük bir parti kurdu. Bu partinin merkez idare heyeti üyeliğine ve umumî katipliğine seçildi. Bu parti ile vicdan hürriyeti, hukuk eşitliği ve kültürel gelişmeye müsait bir ortam için mücadele eden Akçura birinci seçimlerde Rus meclisi Duma’ya Kuzey Türklerinin girmelerini sağladı. Bu arada tutuklanarak seçimler bitene kadar hapiste tutuldu. Akçura Türkiye’ye geldiği 1908 yılına kadar siyaset ve kültür çalışmalarına devam etti. 1906’da toplanan İttifak’ın üçüncü kongresinde, genel sekreter olarak görev yaptı ve Türkçülüğün gelişmesi için aynı zamanda Rusya’da bulunan Türkler arasındaki ayrılıkların giderilmesi için önemli kararlar almasını sağladı.1907’de Rusya’da katı yönetim tekrar başlayıp meclis dağıtılıp, kanun¬lar Rus olmayanlar aleyhine değiştirilince buna karşı yayın yapan Akçura takibata uğradı. Kendisi tevkif edilmek için arandığı sırada Osmanlı Devletinde II. Meşrutiyetin ilan edildiğini öğrenince işlerini tasfiye ederek Ekim 1908’de İstanbul’a geldi.

TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ VE TÜRKİYE’DEKİ FAALİYETLERİ :

Y. Akçura İstanbul’a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etti. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) gibi şahısların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908’de Türk Derneği’ni kurdular. 1909-1910 sıralarında Sırat-ı Müstakim adlı bir dergide yazılarını ya¬yınlamaya başladı. Ömrü kısa olan Türk Derneği’nin yerine 18 Ağustos 1911’de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurdu. Bu derneğin yayın organı olarak da "Türk Yurdu Dergisi"ni çıkarmaya başladı. Bu dergi Akçura’nın idaresinde tam 17 yıl yayın hayatında kalacaktır. Akçura, 1912’de açılan Türk Ocağı’nın kuruluşuna da aktif olarak katıldı.1916 yılında "Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti" adlı büyük bir siyasi örgüt kurdu. Bu örgüt Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya’daki Türklerin haklarını dile getiriyordu. Akçura’nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlandı. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya’daki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yolladı.1918 yılında Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak Rusya’daki Türk esirlerini kurtarmak için görüşmelerde bulunmak üzere Rusya’ya gitti ve bir yıl kadar burada kaldı. 1919’da yenilmiş ve işgale uğramış Türkiye’ye dönen Akçura, Ekim 1919’da Ahmet Ferit’in kurduğu "Milli Türk Fırkası"na katıldı. 1919 sonunda İngilizler tarafından hapsedildi. 1920’de hapisten çıkınca Selma Hanım ile evlenerek karıkoca Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçtiler. Burada Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923’te İstanbul milletvekili seçildi. Osmanlı Dönemi’nde İttihat ve Terakki ile organik bağları olmasını istemeyen ve Cemiyete üye olmayan Akçura, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan milletvekili olmayı kabul etmiştir.

1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi’nde siyasî tarih hocalığına baş¬lamış, 1931’de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu’nu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932’de buranın başına getirilmiştir. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi’nde Siyasi Tarih profesörlüğü de yaptı.

1934’te sağlığı bozulan Akçura 11 Mart 1935’te Kars Milletvekili iken kalp krizi geçirerek öldü.

Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosya¬list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalıştı. Akçura’nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin’e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyası’nın ancak bir parçasıdır.

Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu tebliğde "Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir" demiştir.

Akçura ölümünden sonra neredeyse unutulmuştur. Onun Türk tarihçileri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumluyor:

"Bu durumu izah etmek kolaydır: Akçura Moğol İmparatorluğu’nu yüceltmiş ve Cengiz Han’ı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesinde İslamiyet’e tali derecede yer vermiştir. Son olarak o sosyalizme yatkındı. ... ... Ayrıca, Yusuf AKÇURA Atatürk’ün yanında yer almış, onun tarafından Türk Tarih Kurumu Başkanlığı dahil pek çok göreve getirilmişti.

YUSUF AKÇURA’DAN > HÜSEYİN AVNİ ALPARSLAN’A ;

Hüseyin Avni, dönemin önemli fikir dergisi Türk Yurdu’ndan, onun yazarlarından ve özellikle Türk Yurdu’nun kurucusu ve yazı işleri müdürü, Yusuf AKÇURA(OĞLU)’dan etkilenmiştir, dergide yayınlanan yazılarında da Türkçe ve Türklük hakkında ki diğer yazarlarla birbirini adeta tamamlayan makaleleri yayınlanmıştır. Örneğin yer adlarının, Türkçeleştirilmesindeki araştırma ve makalesi gibi…Dolayısıyla Hüseyin Avni Bey’in düşünce yapısını anlayabilmek için, Yusuf AKÇURA’nın kim olduğunu, görüşlerini, eserlerini ve mücadelesini bilmek gerekir. Giresun’da o işgal günlerinde, ALPARSLAN Grubunu oluşturan H.Avni Bey’in, fedakar Ruh halinin nelerden güç aldığını anlamamız için de bu husus gerekmektedir kanaatindeyim ….

Tirebolu’lu Alp Arslan’ın (H.Avni’nin dergideki takma adı) da yazarları arasında bulunduğu Türk Yurdu Mecmuası’nın kapağı;

… Kapakta mecmua hakkında şu bilgiler yer alıyor; Türk Yurdu – Türklerin faidesine çalışır. Onbeş günde bir çıkar. Naşiri: Türk Yurdu, Müdüri: Akçuraoğlu Yusuf Birinci cilt 1327-1328 İstanbul – Tanin Matbaası 1328..

O, muharebe meydanlarında dahi ülkesini, milletini ve kültürünü düşünür, bu düşünce, tespit ve tekliflerini de kaleme alırdı. Hüseyin Avni Bey’in bu özelliğine bir örnek olarak Birinci Dünya Harbi devam ederken Şark Cephesinden yazdığı, Türk Yurdu Mecmuasının Mart 1331 (1915) tarih ve 319’uncu sayısında yayınlanan mektubunu verebiliriz. Mecmua Müdürü Akçuraoğlu Yusuf’a, “Ağabey” diye hitap ettiği ve “Şark Ordusunda Cenk eden Bahadır zabitlerimizden Birisi yazıyor” başlığıyla sunulan mektubunda Hüseyin Avni Bey şöyle diyor:

Türk Yurdu Mecmuası Müdürlüğüne;

Bu yıl epeyce cenk ettim. Cenk ederken ayaklarımı dondurdum. İyileşmek üzere Erzurum’a geldim. Boş dururken canım bir makale yazmak istedi yazdım. Size gönderiyorum. Mümkün olursa Türk Yurdu’nun bir köşesine bir bucağına sıkıştırınız. Şimdi ayaklarım iyileşti. Yine cenkleşmek üzere kavga yerine gidiyorum. Bilmem feth olunan yerlerdeki Türklerin hallerine ve harbine dair yazsam makbule geçer mi ? Öz sayimemi sunarım ağabey. Alp Arslan “

Türk Yurdu’nun (Yusuf AKÇURA’nın) cevabı ise mektubun hemen altında :

“ Bir elde kılıç bir elde kalem.. Bir Türk bahadırına yakışan da işte budur. Başka bir menba’dan öğrendiğimize göre Alp Arslan Beğ kumandası altındaki askerleriyle Pançerut Boğazında Rusların bir taburunu mahvetmiştir. Erlik meydanından gönderdiği makalesini “Türk Yurdu” büyük bir iftiharla neşrediyor. Feth olunan yerlerdeki Türklerin haline dair yazacaklarını, bittabi daha büyük bir iftiharla dercedecektir.”

1. Türk Yurdu Dergisi, c.8, no: 319, Mart 1331, s. 2

HÜSEYİN A. BEY’le, YUSUF AKÇURA’NIN TÜRKÇÜLÜĞE BAKIŞI :

Hayatı cephelerde geçen, 1. Dünya Savaşında Rus Harbinde Doğu cephesinde Dr. Bahattin Şakir’in Teşkilat-ı Mahsusa’sına geçerek yöre halkından,gönüllü, milis kuvvetler oluşturan, Milli Mücadele’de Giresun Askerlik Şube Başkanı olarak, Alparslan Grubunu, devamında 42. ve 47. gönüllü Alayları oluşturup, Sakarya Savaşı’nda şehit olan Hüseyin Avni Bey ayni zamanda Türk Yurdu dergisinde makaleler yazıyor, o zaman doğu ve orta Karadeniz’i kaplayan, “ Trabzon ili Laz mı? Türk mü? ” Araştırma kitabıyla Pontuscu ve Ermeni iddialarına karşın yörenin eski tarihlerden beri büyük oranda Türk olduğunu ortaya koyuyordu. O öz Türkçe’den ve Türk kimliğinin bütün Ulusu kaplamasından yanaydı. Bu görüşlerini yazılarında açıkça ortaya koyuyordu. Osmanlı’nın II. Mehmet’ten sonra Türk kimliğini, Türkçe’yi ve Türkleri bir kenara atmasını yazılarıyla eleştiriyor, devlet idarecilerinin devletin kurtuluşu için “Türklerden” oluşmasını savunuyordu. Özellikle Türkçe’nin devlet dili olmasından çıkmasına, yabancı, Arapça ve Farsça kelimelerle dolmasına isyan ediyor, Balkanlar başta Türkçe’yi yayıp, öğretmediğimiz için Türk olanların bile başka Ulus kimliğine büründüğünü söylüyor, bu konuda örnekler veriyordu. Düşüncelerinin, Türkçülüğün önde gelen ismi Yusuf Akçura’yla büyük ölçüde örtüştüğü açıktır. Onun, “Türk Yurdu” dergisinde yayınlanan, yer adlarının Türkçeleştirilmesi ile ilgili araştırma ve makalesi de bu konuda bizzat ön araştırmalar yapan, yol gösterici yanını ortaya koymaktadır. Hüseyin Avni Bey’in, Yusuf Akçura’yı ayni zamanda tanıdığı, görevinden dolayı seyrek de olsa, zaman zaman görüştükleri açıktır. Kurtuluş Savaşı esnasında epey zaman Erzurum’da Kazım Karabekir’in karargah ve yanında bulunan Yusuf Akçura’nın H.Avni’nin Giresun’daki faaliyetlerini bildiği ve desteklediği de ileri sürülebilir.

Yusuf Akçura’da yazılarında, Osmanlı devletinin kurtarılması ya da güçlü bir Türk Devlet oluşturulabilmesi için, yöneticilerin Türk asıllı olmasını, topraklarımızdaki Müslüman ve esasen milletin bir parçası olan toplulukların Türkleştirilmesini savunmaktadır. H.Avni Bey daha açık olarak, bir ulustan sayılmak için, Dünyada saf bir ırkın olmadığını önemli olanın aidiyet, hissetme duygusu olduğunu da belirtmiştir. Bu konuda Karadeniz ili Laz mı? Türk mü? Adlı araştırma kitabında şöyle demektedir: “Acun(dünya)da ki savaş(muharebe)lar, göçme(hicret)ler, din ilişkileri(münasebet-i diniye), soyları, boyları birbirine pek çok karıştırmıştır. Bunun için süzük (saf) bir soy bulabilmek güçtür. Bugünkü ölçeği (mikyas) “milli vicdan”’dır. Hangi bir ulus(millet)un dirliğine girenler, huyunu, gidişini gidenler, vicdanını taşıyanlar o ulus’tan sayılır. Öyle ya kişilerin alnında ulusluk damgası yok!”. Bu konuda Hüseyin Avni Bey’in daha gerçekçi ve esnek olduğu görülmektedir. Bu bakış Cumhuriyet’imizin Kuruluş felsefesindeki kapsayıcı “Türk Ulusu” ve Mustafa Kemal’in, “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle anlamını bulan, “Tek Millet” fikrini kapsayıcı bir şekilde bütün yurttaşlara açmaktadır. H.Avni o günlerde, 1910’lu yıllarda “Ulus Devlet”imizin temellerine düşünceleriyle, yol açmaktadır. ..Yusuf Akçura’da son tahlilde ayni görüşe varmış ve kültür birliğinin önemine işaret ederek soyca Türk olanların yanında, soyca Türk olmayanların da ortak kültür ve değerler etrafında Türkler ile bir araya gelerek (günümüzün Ulus birlikteliği) bunlardan müteşekkil bir siyasi birlikteliği belirtmiştir.

Osmanlıcılık ve İslamcılığın, devleti meydana getiren farklı topluluklardaki kültürel yapıları, ayrıcalıkları hakkındaki talepleri engelleyemediğini gören ve ortaya koyan Yusuf Akçura, Türkçülük açısından Kültürel yapı hakkında şunları söylemiştir. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğunu oluşturan çeşitli milletler , millet olmanın bilincine sahipken, Türk Milletinin adının bile unutturulması mantık dışı olurdu. Bu doğrultuda “Türkçülük” akımını toplumsal sağlık işareti olarak karşılamak gerekmektedir. Akçura’nın “ırk üzerine” görüşlerinde kültürel unsurları görmek mümkündür. Çünkü Akçura’nın millet ve ırk tanımında “ırk”ın yanı sıra dil, gelenek ve dini de belirtmesi önemli bir özelliktir. Akçura’da ırk antropolojik bir unsur olarak değerlendirilmekten çok, kültürel ve etnik mirası vurgulamak için tercih edilen bir sözcüktür.

“ Ayrıca Akçura ‘Türk birliği’nin geliştirilip kurulmasını çeşitli aşamalara ayırarak bunların bir aşamasında Türk olmayanların durumundan bahsederken ‘Türkleşmek’ deyimini kullanmıştır. Dolayısı ile burada soyca Türk olanların yanında, soyca Türk olmayanların da ortak kültür ve değerler etrafında Türkler ile bir araya gelerek (günümüzün Ulus birlikteliği) bunlardan müteşekkül bir siyasi birlikteliği belirtmiştir. Böylece gerek o zamanlar, gereksede günümüz artık milliyetler, hatta ‘mikro milliyetçilikler’ çağı olması nedeniyle Akçura, bu şekilde günümüz gerçekliğine de işaret etmiş olmaktadır. Benzer bir durum, Cumhuriyet döneminde Atatürk tarafından oluşturulan ve anayasada ifadesini bulan ulus ve vatandaşlık tanımlarında da görülmektedir. “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir “ ve Devlet’e vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür “ şeklindeki ifadeler Akçura’nın öngördüğü “ Türklük “ kavramının bir yansımasıdır. (UÇAR 2008 : 108-109)

Yusuf AKÇURA’NIN olsun az fakat mesajı önemli eseler bırakan Hüseyin Avni ALPARSLAN’ının olsun, Cumhuriyetimizin Kuruluş İlkeleri’ne ve günümüz sonrası Türk Dünyası için önem taşıyan fikirler ortaya koydukları açıktır ....

SİS DAĞI’LIYOR :

Haziran’ın ilk günleriydi, yani bir hafta kadar önce ... Beşikdüzü, Şalpazarı, Acısu, Geyikli ve Sis Dağı’nın zirveleri .. Kayasis.. Zirvelerde hala kar var..Ormanları, Ağasar çayını geçtik, yayla evleri, mor, pembe kırmızı çiçekler, zakkumlar..ulu ulu çamlar..Buz gibi sular.. Atalarımız bize nasıl bir Vatan almış, bırakmış.. Her yeri güzel.. Çepni geleneksel kıyafetlerini giymiş analar, kızlar, çocuklar.. Türkmenler’in Çepni boyu.. Yaylalarda.. Zirvede, sis bir dağdan bir zirveye illede Kayasis’e .. Boydan boya bir çayır.. yemyeşil.. Bir eski ancak bakımlı ahşap bina, hem otel hem lokanta hem kahve.. Yaşlı ancak dinç bir ihtiyar bize özelden çay demledi.. Tam içerken, esas zirve yani en yüksek yer karşı dağ dedi.. Baktım sisler içindeydi. Orası Giresun sınırlarında. Bu taraf Trabzon dedi.. Tesadüf bu ya karşıdan sisler içinden yankılanan sesler gelmeye başladı ...

HER ŞEY VATAN İÇİN .. VATAN SANA CANIM FEDA.. tekrar..

Sormaya fırsat vermeden bizim dinç ihtiyar, askerler dedi, karşı dağda karokol var..

Onların sesi böyle yankılanır işte eğitime çıktılar gene .. Baktım karşıya.. Tesadüf bu ya ; Sis Dağı’lıverdi .. Güneş ışığı birden parladı, o anda duyduğumuz sözler de değişmiş, sesin şiddeti ve yankısı da artmıştı ;

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE ..

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE ..

YARARLANILAN KAYNAKLAR :

Sakarya Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey-Tirebolulu Alparslan- İsmail Hacıfettahoğlu-Atlas Yayınları- 1999

Cemal AVCI, Yrd.Doç.Dr. , Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Bölüm Başkanı.

UÇAR, Fuat, “Üç Tarz-ı Siyaset” TÜRKÇÜLÜĞÜN MANİFESTOSU (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) - Fark Yayınları- Ankara-2008 -





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 23
Dün Tekil 1349
Bugün Tekil 1257
Toplam Tekil 4074533
IP 3.141.100.120






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























15 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


Asil yetimler anadan babadan de il, ilim ve ahlaktan yoksun olanlard r. (HZ. AL )


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.287 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu