Kadına Dayak Allah’ın Emri midir?(2) - Ömer Sağlam - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Kadına Dayak Allah’ın Emri midir?(2) - Ömer Sağlam
Tarih: 28.04.2009 > Kaç kez okundu? 9567

Paylaş


Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde, başına tıpkı Türkçemizdeki gibi “ve” bağlacı getirilmek ve Türkçemizde “siz” şeklindeki ikinci çoğul şahıs zamiri muhatap alınmak suretiyle “ve siz dövünüz” anlamında “vedribû” şeklinde yazılırken, Yâsin Sûresi’nin 13. ayetinde başına yine Türkçemizdeki “ve” yerine geçen Arapça “ve” bağlacı alarak “ve sen misal ver” anlamında “vedrib” şeklinde ve ikinci tekil şahsa verilen emir olarak yazılmıştır. Bu tür yazılışlarda “darebe” kelimesi emir kipinde yazılmış olup, Arapça’da bu tür emirlere “Emr-i Hâzır” adı verilmektedir. Emri Hâzır, emri verenin karşısında bulunan şahsa o anda (yani yüzüne karşı, vicâhi olarak) vermiş olduğu emir anlamına gelmektedir. Bu yazılışların aslının, “ve+idribû” ve “ve+idrib” olduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Yani hem Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde, hem de Yâsin Sûresi’nin 13. ayetinde iki ayrı sözcük birleşmiş durumdadır. Arapça yazım kuralları gereğince “ve” bağlacından sonra gelen kelimenin başında bulunan ve altına “kesre” işareti konulmak suretiyle “i” sesi veren “Elif” harfi düşmüş bulunmaktadır. Daha doğrusu, “idrib” ve “idribû” kelimelerinin başındaki “elif” harfleri, yani “hemzeler” kelimelerin başına gelen “ve” bağlacındaki “e” sesi ile kaynaşmış durumdadırlar(22).

“Darabe” fiili, aynı meâlde yine Yâsin Sûresi’nin 78. ayetinde misal vermek anlamında bu sefer “o misal verdi“ veya “o örnek getirdi” anlamında “darabe” şeklinde yazılmıştır. Dikkat edileceği gibi; bu ayette “darabe” fiili, mâzi (Türkçe’deki dili geçmiş zaman) kipinde ve üçüncü tekil şahıs olan “o” zamirinin yaptığı bir eylem olarak yalın halde yazılmıştır.

Nûr Suresi’nin 31. ayetinde ise “o kadınlar salsınlar” veya “o kadınlar örtsünler” anlamında “yedribne” denilmiştir. Görüldüğü gibi “darabe” fiili, burada da yine emir kipinde yazılmıştır. Ancak bu emir, emrin verildiği anda orada hazır bulanmayan, yani gaibdeki (üçüncü çoğul şahıs zamiri) kadınlara verildiği için, Arapça dil kuralları gereğince “yedribne” şeklini almıştır. Arapça’da bu tür emirlere, yani gaibdeki şahıslara verilen emirlere “emr-i gaib” adı verilmektedir. Eğer bu emir, üçüncü çoğul şahıslar olarak erkeklere verilmiş olsaydı, bu sefer “yedribne” değil, “yedribû” dememiz gerekecekti. Zira Arapça’da hemen her kelimenin dişisi ve erkeği olduğu için, fiillerin de dişiler ve erkekler için olanı farklı şekillerde yazılmaktadır(23).

“Darabe” fiili ve bu fiilden türetilmiş bazı kelimelerin Kur’an-ı Kerîm’de muhtelif anlamlarda kullanıldığı sure ve ayetlerden bazı örnekler:

Enfâl 9/12: (Boyun ve parmak)Vurmak,

Muhammed 47/4: (Boyun) Vurmak.

Bakara 2/73, A’raf 7/160: (Bir cismi başka bir cisme)Vurmak.

Sâffât 37/93: (Elle)Vurmak.

Muhammed 47/27: (Sırtına öldüresiye)Vurmak.

Bakara 2/273: (Kazanç için yeryüzünde)Dolaşmak.

Âl-i İmrân 3/156, Tâhâ 20/77: Sefere çıkmak.

Âl-i İmrân 20/112: (Damga)Vurmak.

Kehf 18/11: (Kulakları üzerine) Vurmak (uykuya yatırmak veya uykuya daldırmak).

Hadîd 57/13: (Arasına sur)Çekmek.

Nahl 16/75, Kehf 18/32, Rûm 30/28 ve 58, Zuhruf 43/57, Yâsin 36/13,78, Kehf 18/45: Misal Vermek.

Zuhruf 43/58: (Tartışmak için)Söylemek.

Zuhruf 43/5:Vazgeçmek.

Öte yandan, Arapça “darabe” fiili, çeşitli şekillerde dilimize de geçmiş bulunmaktadır. En bilinenleri, “darbhane”, “darbe” ve “darbı mesel”dir. Darp+hane, “baskı yeri”, “para basılan yer” demektir. Darbe, “mevcut iktidarı baskı ve zor kullanarak görevden uzaklaştırmak”tır. Darbı mesel ise, “misal vermek”tir. Daha doğrusu bir konuda, konuya ışık tutucu, problemin çözümünde yol gösterici olacak nitelikte söylenen ibret ve hikmet dolu söz demektir. Özlü söz, atasözü(24).

Görüldüğü gibi Arapça “darabe” veya “daraba” fiil kelimesinden dilimize geçmiş olan her üç kelimede de “dövmek” veya “vurmak” yoktur. Sadece baskı yapmak, zor kullanmak ve misal vermek vardır. Ancak bazen “darbe” kelimesine, belki de yanlış olarak “yumrukla vurmak” veya sadece “vurmak” şeklinde bir anlam yüklendiği de vakidir. Bu bakımdan belki de haddimiz olmayarak, Nisa Sûresi’nin 34. ayetinin ilgili kısmı, şu şekilde tercüme edilebilir mi diye konunun uzmanlarına sormak istiyoruz: “...Sadakatsizliklerinden ve iffetsizliklerinden şüphe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla da yola gelmezlerse) onlara misal verin/baskı yapın...”.

Burada “misal verin/baskı yapın” dan maksadın, “Bak hanım, hareketlerine en kısa zamanda bir çeki düzen vermezsen ve aile kurumunu sarsıcı mahiyette bulunan şu tavrından vazgeçmezsen, yuvamız dağılır. Çünkü bir erkek olarak bu hareketlerine daha fazla katlanamam. O zaman da kendini ya babanın evinde bulursun, ya da sokakta. Bu durumda hem biz üzülürüz, hem de çocuklar üzülür. Yuvaları yıkılan ve birbirinden ayrılan falancaların düştüğü durumu aklına getir ve bundan sonraki hareketlerini ona göre ayarla…” anlamına gelen sözler söylemek olduğu ortadadır. Kanaatimizce; söz konusu ayette sayılan üç ayrı tedbirden sonra zikredilen “Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın...” cümlesi de esasen buna işaret etmektedir(25). Gerçi kadının, toplumdaki etkinliği arttıkça, ekonomik ve sosyal özgürlüğünü kazandıkça bu tür şantaj ve tehdit kokan sözlerin de etkili olmayacağı gayet açıktır.

Bu kadar uğraştan sonra bir kadın hâlâ yola gelmiyorsa, yani evlilik hukukunun gereğini yapmıyorsa, herhalde ona artık eş nazarıyla bakılamaz. Dayakla ve aşırı güç kullanarak evlilik hukuku yürütülemez. Bütün bu uğraşlardan sonra en iyisi, onu, kanuni haklarını da vermek suretiyle “ne halin varsa gör” deyip, kendi haline bırakmak olacaktır. Bu durum, elbette aynı durumdaki erkekler için de geçerlidir.

Kur’ân-ı Kerim’e göre, erkeğin kadına üstünlüğü fiziki kuvvete ve sahip olduğu mallara dayandırılmıştır. En azından aile hukukuna uymayan isyankâr kadının (Elmalılı M.Hamdi Yazır bunlara “karı” demektedir) dövülmesine cevaz veren ayet, miras konusunun işlendiği Nisâ Sûresi’nde geçmektedir. Söz konusu sûrenin 11. ayetinde “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder...” buyrularak, erkeklerin kadınlardan iki kat fazla mal sahibi olmasının yolu açılmaktadır. İşte bu artı servet ve fiziki üstünlük, erkeklerin kadınlar üzerinde hâkimiyet kurmasına sebep olmaktadır. Ancak günümüzde, gerek miras yoluyla, gerekse bizzat çalışarak erkeğinden daha fazla mala sahip kadınlar bulunmaktadır. Ayrıca bugün kadınlar, bir savaş mesleği olan askerlik de dâhil olmak üzere hayatın birçok yanında erkeklerle birlikte görev alabilmekte ve en az erkekler kadar güç ve kuvvet gerektiren (boks, güreş, halter, futbol, atletizm, yüzme, okçuluk, tenis, taek-vonda, judo, basketbol vs.) sporları başarı ile yapmaktadırlar.

Ülkemizden birkaç örnek vermek gerekirse; halterciler Nurcan Taylan ve Sibel Şimşek’in kaldırmış olduğu ağırlığı Türkiye’de kaç erkek kaldırabilir? Peki, atletizmde Süreyya Ayhan’ı geçebilecek kaç babayiğit vardır? Yahut ülkemizde acaba kaç erkek Tansu Çiller seviyesinde politik bilgi birikimine sahiptir? Acaba ülkemizde Güler Sabancı ve Arzuhan Doğan Yalçındağ ayarında kaç erkek işletmeci (girişimci) mevcuttur?

Açık söylemek gerekirse; günümüzde bazı evliliklerde kadının, hem fiziki anlamda, hem sosyal saygınlık anlamında, hem de ekonomik anlamda kocasından çok daha güçlü olduğu bilinmektedir. Bu durumda, kocanın karısını değil, karının kocasını döveceği muhakkaktır. Bugün medya organlarında karısından dayak yiyen koca haberlerine ve eşlerinden kaçan erkeklerin barındırıldığı erkek sığınma evlerinin açıldığına ilişkin haberlere rastlamak da mümkündür. Bu takdirde, yani böyle bir kadının kocasına, “Eğer karının sadakatsizliğinden ve iffetsizliğinden endişe ediyorsan, eşine öğüt ver, fayda vermezse yatağını ayır, bu da fayda vermezse onu döv” diyebilir misiniz? Böyle bir tavsiye, bile bile kocayı karısından dayak yemeye itmekten başka hangi amaca hizmet eder dersiniz? Bu durumlarda, böyle bir kocaya yapılacak en akılcı tavsiye, herhalde, “Bak dostum, bir an önce, o kadından yakanı sıyırmaya çalış. Yoksa senin halin büsbütün dumandır!” demek olacaktır.

Öte yandan, “onları dövün” tavsiyesi neden sadece erkeğe hak olarak veriliyor? Peki, erkek aynı durumdaysa ne olacak? Yani evli kadın, kocasının sadakatsizliğinden ve iffetsizliğinden şüphe ediyorsa ne olacak? Çözüm, hacılara, hocalara ve üfürükçülere gitmek mi dersiniz? Ayrıca kadını dövmek, onun sadakatinden ve iffetinden emin olmak için yeterli midir sanıyorsunuz? Gazete sayfalarının ve televizyon ekranlarının, kocasından dayak yediği için ondan intikam almak maksadıyla fuhuş yapan ve “onu bir güzel boynuzladım, oh canıma değsin” diyen kadınların haberleriyle dolu olduğunu sakın unutmayın. Bütün bunlardan sonra, Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde geçen “vedribûhünne” kelimesine (daha doğrusu cümleciğine) hâlâ “o kadınları dövünüz” anlamı verebilir misiniz?

Dolayısıyla; Nisa Sûresi’nin mirasa ilişkin hükümleri ile miras paylaşımından ve eşya hukukundan hareketle erkeklerin kadınlar üzerindeki hâkimiyetlerine ilişkin hükümlerini, söz konusu ayetlerin indirildiği çağa göre yorumlamak gerekmektedir. Erkeğin, kadının iki misli miras almasını emretmekle Allah, bütün engellemelere rağmen başka dinden erkeklerle evlenen Müslüman kadının, Müslüman babasından kalan mirası, gayrimüslim eşinin evine götürmek suretiyle Müslümanların ekonomik kayba uğramalarına ve karşı tarafın güçlenmesine sebep olmasını engellemek ve dolayısıyla İslam Devleti’nin zayıflamasının önüne geçmek istemiş olabilir mi? Ya da o gün için bilgi ve beceri bakımından, erkeklere göre daha zayıf durumdaki kadınların, kendilerine bırakılan mirası iyi idare edemeyerek yok olmasına sebep olacaklarını düşünmüş olabilir mi? Elbette olabilir. Hele hele, söz konusu ayetlerin indirildiği zamandaki kadınların içinde bulunduğu vaziyeti ve İslam toplumunun o andaki ekonomik durumunu düşündüğümüzde, bu tür gerekçelerin, söz konusu ayetlerin inmesine sebep (nüzul sebebi) olduğunu bile düşünebiliriz.

Ancak biz bu konuyu yine de işin uzmanı ilahiyatçılara havale ediyoruz. Bununla birlikte ve yukarıdaki meâl örneklerinden de görüleceği gibi söz konusu ayetin yorumu yapılırken, büyük ölçüde Hz. Peygamber’in bu konuda var olduğu söylenen hadislerinden hareket edilmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in sahih diye bilinen ve sahih olduğu söylenen hadis kitaplarında da zikredilen birçok hadisinin sahih olmadığı konusunda bugün birçok tartışma ve bu hadislerin ayıklanması istikametinde bazı çalışmalar yapıldığı bilinmektedir.

Bazı şartlarda kadının dövülüp dövülemeyeceği konusundaki görüşlerimizi bu şekilde toparladıktan sonra şunu da belirtelim ki; bugün İslam dünyasında, özellikle kadınların toplumsal hayata katılması konusunda hiçbir dini hüküm, “DRB” harflerinden oluşan “darb” ya da “darabe” kelimesinden çıkarılan hükümler kadar sorun yaratmış değildir. Zira bugün Müslüman kadının iki büyük toplumsal sorunu vardır; dayak ve başörtüsü! Ve ne ilginç bir durumdur ki; her iki kavram da (dayak ve türban) bu “DRB” harflerinden kaynaklanmaktadır! Daha doğrusu bu harflerden türemiş kelimelere farklı anlamlar yüklenmesinden. Çünkü gerek kadınların, bazı şartlarda dövülebileceğine izin verdiği söylenen “vedribûhünne” kelimesinin (emrinin), gerekse kadınların başörtüsü kullanmalarının zorunlu olduğuna işaret ettiği söylenen “yedribne” kelimesinin (tavsiyesinin) ortak atası, “DRB” sessiz harflerinden oluşan “darb” ya da “darabe” kök kelimeleridir. “Darb” kelimesi, Nisa Sûresi’nin 34. ayetinde; “…size itaat edinceye kadar onları dövünüz…” anlamı verilecek biçimde “…vedribûhunne fe in eta’nâküm…” cümlesinin yüklemi olurken, Nûr Sûresi’nin 31. ayetinde; “…Başörtülerini yakalarının üzerine kadar salsınlar…” anlamı verilen “…Vel yedrıbne bihumurihinne alâ cüyûbihinne…” şeklindeki cümlenin yüklemi olmaktadır. Birinci ayette “dövmek” anlamında kullanılırken, ikinci ayette “örtmek” veya “salmak” anlamında kullanılmıştır. Nûr ve Nisâ surelerinin her ikisinin de hicretten (M.622) sonra Medine devrinde nazil olduklarını dikkate alırsak, bu demektir ki; yaklaşık 1400 senedir İslam Kadını’nın başına ne geldiyse bu “DRB” harflerinden gelmiş bulunmaktadır! (SÜRECEK)

Dipnotlar:

22- Bu arada Arapça bilmeyenler ve benim gibi bu dili az bilenler için söyleyelim; Türkçe’de “siz” şeklinde sadece bir tane ikinci çoğul şahıs zamiri varken, Arapça’da bu zamirden tam dört tane bulunmaktadır. Çünkü Arapça’da iki kişi için ayrı çoğul şahıs zamiri, ikiden fazla kişi için ayrı çoğul şahıs zamiri vardır. Ayrıca bu zamirler erkekler için ayrı, kadınlar için ayrı söylenmektedir. Örneğin “dövmek” anlamına da gelen “darabe” fiilini Emri Hâzır kipinde çekecek olursak; erkekler için, “idrib”, “idribâ”, “idribû”, dişiler için ise “idribî”, “idribâ”, “idribne” dememiz gerekecektir. Burada kelimenin anlamını “dövmek” olarak kabul ettiğimizde, çektiğimiz fiilin anlamları her ikisi için de sırasıyla “sen döv”, “siz ikiniz dövünüz”, “sizler dövünüz”dür. Oysa Türkçemizde sadece “sen döv” ve “sizler dövünüz” vardır. Arap dilinin zengin olarak gösterilmesinin en önemli sebeplerinden biriside galiba hemen her kelimenin dişisinin(müennesinin) ve erkeğinin(müzekkerinin) bulunuyor olmasıdır. Daha doğrusu kelimelerin erkekler ve dişiler için farklı şekillerde söyleniyor olmasıdır. İkinci bir sebep de, Arapçada çoğul şahısların, iki kişi ve ikiden fazla kişi olarak iki gruba ayrılmış olmalarıdır.

23- Türkiye Diyanet Vakfı’nın meâlinde görülen bu tür farklılıklar, hiç şüphesiz başka meâller için, örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayını olan meâl için de geçerlidir. Söz konusu karşılaştırmalar, adı geçen kurumların resmi internet sitelerinde bulunan Kur’an-ı Kerim meâlleri üzerinde yapılmıştır. Ancak söz konusu farklılıklar, en azından yukarıdaki ayetler için DİB Yayını olan Kur’ân-ı Kerim Meâli’nin 2002 yılında yapılan 3. Baskısı ile Muhammed Esed’in İşaret Yayınları arasında çıkan Kur’an Mesajı isimli meâlinin 2002 yılında yapılan 5. Baskısı için de pek ala geçerlidir. Keza Türkiye Diyanet Vakfı’nca muhtelif tarihlerde (örneğin 1993 yılında) baskısı yapılan Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli için de…

24- Türkçemizde “daraba” şeklinde bir söz daha vardır ki; bu söz yöreden yöreye anlam değiştirmekle birlikte daha çok “çit”, “kepenk”, “tahta perde” veya “sundurma” anlamlarında kullanılmaktadır. Bazı yörelerde ve daha çok toprak damlı evlerde olmak üzere; daraba veya sundurma yerine “hayat” kelimesi de kullanılmaktadır. Ancak biz, anlamı oldukça farklı olan bu kelimenin Arapça “darabe” veya “daraba” fiilinden gelmediği kanaatini taşıyoruz. Çünkü bu kelime, Türkçemizde fiil değil, isim olarak kullanılmaktadır.

25- Bu tür çalışmalarımız sebebiyle özellikle yobaz ve softa kesimlerden şahsımıza yönelik olarak bir takım yakışıksız saldırılarda bulunulacağını ve bizi had bilmezlikle suçlayanların olacağını elbette tahmin ediyoruz. Ancak onlara peşin peşin şunu demeliyim ki; niyetimiz gayet halistir. Bizim gibi adamlar, Müslümanlar arasında fitne ve fesat çıkarma peşinde koşacak tıynette adamlar değildir. Bu kişilere şunu da hatırlatmak isteriz ki; Allah Kur’an’ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “De ki: ‘Ben size, -Allah’ın hazineleri benim yanımdadır- demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size -Ben bir meleğim- de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum’. De ki: ‘Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?”(En’âm 6/50). “Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?”(Hûd 11/24) “Şu halde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?”(Nahl 16/17).

Dolayısıyla; bizim de yaptığımız tamamen Kur’an’da geçen bu üç ayetin hükmüne uygun davranmaktan ve bu ayetlerin içerdiği emri, karınca kararınca yerine getirmeye çalışmaktan ibarettir. Yani “düşünmek ve akıl yürütmek” demek istiyorum. Daha doğru bir deyimle, bu konularda düşünmesi gerekip de düşünmeyenleri, belki de muhtelif sebeplerle düşünmek istemeyenleri düşünmeye sevk etmek, onları gerçekleri açıklamaya zorlamaktır. Bunda isabet kaydettirirsek ne âlâ, kaydettiremezsek zaten bütün vebali bizedir. Bu konuda tek güvencemiz ise Hz. Peygamber’in, “Hâkim hükmederken içtihat eder ve sonra (hakkı) isabet ettirirse onun için iki ecir vardır. Eğer hüküm verirken içtihat eder, sonra hata ederse onun için tek bir ecir vardır”(bkz. Buhârî, İ’tisâm: 21, Müslim, Akdiye: 15, Tirmizî, Ahkâm: 2) şeklindeki hadisidir...

www.haberakademi.net





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 58
Dün Tekil 1505
Bugün Tekil 1572
Toplam Tekil 4076353
IP 3.146.37.35






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























16 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


T rk milletindenim diyen insanlar her eyden nce ve mutlaka T rk e konu mal d r.
(Mustafa Kemal ATAT RK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.311 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu