Türkiye Ulusötesi Şirketler İçin, Türkiye Cargill İçin - Prof. Dr. Cihan Dura - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Türkiye Ulusötesi Şirketler İçin, Türkiye Cargill İçin - Prof. Dr. Cihan Dura
Tarih: 10.03.2009 > Kaç kez okundu? 3732

Paylaş


Türkiye Ulusötesi Şirketler İçin, Türkiye Cargill İçin (I)



“Dünyada ‘küreselleşme’ mi var, AB-D’de yerleşik birtakım güçler diğer ülkelere ticaretin serbestleştirilmesini, sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılmasını, kısacası devletin küçültülüp piyasaların serbestleştirilmesini mi dayatıyor? Bütün bu talepler ulusötesi şirketler için. CFR, Üçlü Komisyon, Bilderberg ve Davos toplantıları, IMF, Dünya Bankası, Dış Ticaret Örgütü ve benzerlerinin kuruluşu, bunların amaç ve faaliyetleri, hepsi, evet hepsi ulus ötesi şirketler için. Türkiye’de Kemal Unakıtan çılgınlar gibi özelleştirmeler mi yapıyor, Recep Tayyip Erdoğan canla başla yabancı sermayeyi mi savunuyor, hatta adını bile değiştiriyor mu “uluslararası sermaye” diye? Bu gayretler, bu marifetler de ulusötesi şirketler için.”

Şimdi ise yukarıdaki soru-yanıt listeme şunu da eklemem gerekiyor: TBMM durup dururken “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” diye bir yasa mı çıkardı, Abdullah bey bu yasayı jet hızıyla mı onayladı? Dahası anlatacağım hukuk mücadelesinin geçmişi neredeyse 15 yılı mı buluyor? Bunlar da, evet bütün bunlar da bir ulusötesi şirket için, Cargill için!...

Çünkü Türkiye Cargill için!...

Yazımın konusu, işte bu meşum “adanma”dır, onun öyküsüdür.

I) “ULUSÖTESİ ŞİRKET” NEDİR, SAKINCALARI NELERDİR?

Türk çiftçisine “ananı al da git!” ama Amerikalı olunca, “Türkiye sana feda”. Hem de her şeyiyle, yönetimiyle, hukukuyla, yasalarıyla, bağımsızlığıyla, pazarlarıyla, toprağıyla, birinci sınıf tarım arazileriyle...

O batasıca Tanzimat zihniyeti, o teslimiyetçi zihniyet sonunda geri geldi, 90 yıl sonra Türkiye’nin kaderini yeniden geçirdi eline. Bir güvencemiz varsa o da bu ülkenin namuslu aydınları ve Yargı erkimiz. Ne var ki onlar hangi meşru önlemi aldıysa, teslimiyetçi zihniyet her defasında karşı saldırıya geçti, delik deşik ederek yasalarımızı Cargill lehine… Ona yaranmak için, onun rahatını sağlamak için, sömürgecinin Türkiye’de kök salması için… Yalnız hukuk düzeni mi, Milli İrade de bu Amerikan şirketi için, Cargill uğruna bozuk para gibi harcandı.

Basında o kadar çok yer aldı ki, Cargill’in adını sanırım duymayan yok. Ben yine de kısaca tanıtayım: O bir ulus ötesi şirket…, çağımızın “yükselen” gücü… Merkezi, çoğu ulusötesi şirket gibi ABD’de. Küresel düzeyde tarımla, gıda üretimi ve ticaretiyle uğraşıyor. Alanında ABD’nin ilk beş şirketi, dünyanın ise ilk onu arasındadır. Iowa Eyaletinde 1865 yılında kurulmuştur. Dünyanın 61 ülkesinde faaliyet göstermektedir. Yıllık cirosu 60 milyar doları buluyor. Firma borsada işlem görmediğinden verileri çoğunlukla “estimated” (tahminî olarak) notu ile yayımlanmakta. ABD siyasetinde etkili olup Başkan Bush’un yakın ilgi alanı içindedir.

A)Cargill için “bir ulus ötesi şirkettir”dedim, peki ulusötesi şirket nedir? Özetle hatırlatayım.

Bir “ulus-ötesi şirket” ya da “çok uluslu şirket”, doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan, birden fazla ülkede katma değer faaliyetlerinde bulunan bir şirkettir. Ulusötesi şirketler (UÖŞ) dünya ekonomisinin yeni aktörleridir. Dünyada gittikçe artan miktarda sermayeyi kontrol altına almakta; faaliyetleri, gittikçe artan bir hızla “ulus-devlet”lerin kontrol ve hukuki düzenlemelerinin dışına çıkmaktadır. Dünya ekonomisi hızla UÖŞ’lerin kontrolü altına girmektedir.

UÖŞ’ler, Batı’da Sanayi Devrimi’nin ardından, 19. yüzyılın sonlarında, uluslararası faaliyet gösteren güçlü sanayi şirketleri olarak ortaya çıktı. Özellikle 1920’lerden itibaren tekelleşmeye, daha fazla küreselleşmeye yöneldiler. Kendi ülkelerine aktardıkları kârların itici gücüyle, rakipleri üzerinde üstünlük kurdular. Birleşme ve satın almalarla, dev boyutlu dünya şirketleri haline geldiler. Son çeyrek yüzyıl içinde ulusötesi şirketlerin sayısı 7000’den 38000’e (şube sayısı 207 000’e) yükselmiştir. Bunların %90’ı sanayileşmiş ülkelere (ABD, Avrupa ve Japonya’ya) aittir. Asıl servet zirvedeki 100 şirket arasında yoğunlaşmıştır. Yasa ve anlaşmalarla sağlanan bir “izomorfizm” (tek biçimlilik, bütün dünyada yasaları ve kuralları aynılaştırma) UÖŞ’lerin yeryüzünde çok sayıda ülkeye yerleşmesine ve faaliyet göstermesine imkân tanımaktadır.

B) Ulus ötesi şirketler kendi ülkelerine ne kadar faydalıysa, girdikleri ulusal ekonomiler için o kadar zararlıdır. Aşağıda -konumuzun gerektirdiği ölçüde- sayıyorum sakıncalarını:

- Ulus-ötesi şirketler son derecede değişik yapılanmalara, ulusal yasalardan sıyrılma yeteneğine, büyük siyasi ve mali güce sahiptirler.

- Ulusötesi şirketler vergi vermezler, mâli açıdan denetlenemezler; çalışma koşullarını kendileri belirlemek isterler

- “Sermayesi kıt, birikimi yetersiz” olan az gelişmiş ülkeler -örneğimizde Türkiye- yabancı sermaye ithal ettikleri oranda yoksullaşır. Çünkü sınırlı birikimlerini uluslararası şirketlerin kullanımına açarak, ulusal varlıklarını kendi kendine yok eden bir konuma düşerler.

- Ulusötesi şirketler yasal olsun olmasın, her türlü kazancın meşru sayılmasını isterler. Bu nedenle legal ya da illegal, her türlü işin içindedirler. Sahip oldukları devâsâ finans ve üretim gücü sayesinde gelişmekte olan ülkelere her türlü ekonomik ve siyasi müdahalede bulunurlar. Ulusal ekonomileri kendi çıkarları doğrultusunda etkileyip yeniden yapılandırırlar.

- Ulus ötesi şirketler kamu girişimlerinin özelleştirilmesini teşvik ederek, devletin kontrolündeki alanları da ele geçirirler.

- Günümüzde ulus ötesi şirketlerin gücü o denli artmıştır ki bunlar artık yalnız ülke ekonomilerinin kurallarını değil, dünya ekonomisinin kurallarını da belirlemektedirler. Küreselleşme bunların eseridir. Ulusötesi şirketler girdikleri ülkenin siyasal egemenlik ve bağımsızlığını zedeler. Büyük ekonomik güçleriyle, “devlet içinde devlet” konumuna gelirler. İsteklerini kabul ettirebilmek için ilgili hükümetler üzerinde baskı yaparlar.

- Yerli destekçiler, uluslararası şirketlere kendi ülkelerinin bütün olanaklarını sunarlar. Türkiye’den, niceleri arasından aklıma gelen bir örnek vereyim: Demirel’in cumhurbaşkanlığı zamanında Devlet’e (SEKA’ya) ait çok değerli bir arazi, üzerindeki doğal varlıklarla birlikte bedelsiz olarak Dünya otomobil devi Ford şirketinin emrine tahsis edilmiştir.

Benzer bir olay da Cargill yasaları olayıdır. Aslında olay 1990’ların ortalarına dayanıyor. Bir Tema Vakfı dokümanından yararlanarak, aşağıda sunuyorum öyküsünü.

II) OLAY NASIL BAŞLADI?

Cargill Türkiye’ye 1960’lı yıllarda girmiştir. Faaliyet alanı hububat, yağlı bitkiler, yem ve pamuk ürünleri üretim ve ticaretidir. Üç yatırımı vardır firmanın:

- Biri fındık işleyip ihraç ettiği, Hendek’teki tesistir.

- Diğeri mısır işleyerek nişasta bazlı şeker, nişasta ve yapay tatlandırıcı ürettiği Pendik tesisidir.

- Üçüncü yatırım ise mısırdan nişasta bazlı şeker ve yapay tatlandırıcı ürettiği Orhangazi tesisidir.

Olay bu sonuncu tesiste ortaya çıkmıştır.

Cargill bir mısır işleme tesisi kurmaya karar verir. Kuruluş yeri olarak Bursa Orhangazi ilçesinin hemen yakınındaki 212 240 m2’lik (212,2 dekar) birinci sınıf verimli sulu araziyi satın alır. Oysa bu arazinin de dahil bulunduğu alan 19.12.1990 tarihli İznik Gölü Çevre Düzeni Planı’na göre “Tarımsal Niteliği Korunacak Alan-Sulama Alanı ve Uzun Mesafeli Koruma Alanı” olarak belirlenmiştir. Aynı alan Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da “İznik Gölü ve Çevresi Koruma Havzası” adı altında ayrıca koruma alanı olarak ilan edilmiştir.

Normal olarak bir şirketin, bu koşullar altında söz konusu arazide artık yatırım yapmaması, misafir bulunduğu ülkenin kurallarına boyun eğmesi gerekmez mi? Siz “gerekir” diyeceksiniz ama Cargill ve yerli şürekâsı tersine inanıyor, “biz istediğimizi almasını biliriz” diyorlar.

Cargill kararlıdır, yatırımını göz koyduğu arazide yapacaktır. Türkiye’nin hukuk düzeni mi dediniz, boş versene canım. O düzen değiştirilecektir, tam kendi çıkarlarını sağlayacak şekilde. Bunu bir hak olarak görmektedir Cargill. Zihniyeti budur. O vatanı olan Amerika’da böyle terbiye edilmiştir, buna alıştırılmıştır. Kararı kesindir, mutlaka çaresi bulunacaktır. Sonuçtan emindir. Çünkü “yolları düzleyen, engelleri kaldıran” şürekâ vardır arkasında.

Dev Amerikan şirketi ikinci adımı atar. Hayal kırıklığına da uğramaz: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuk düzeni derhal Cargill’in talebine uydurulur, İznik Gölü Çevre Düzeni Planı bir kalemde 26.10.1995 tarihi itibariyle değiştirilir. Buna göre söz konusu arazide yatırım yapılabilecektir; şu şartla ki yapılacak yatırım tarımsal sanayi gerekçesiyle, sanki arazi tarım amaçlı kullanılacakmış gibi, “ileri teknolojili salça tesisleri, un fabrikası, yem fabrikası” türünden yatırımlar olacaktır.

Cargill muradına erme yolundadır. Muzaffer olarak Valiliğe başvurur. Valilik de elini uzatır Amerikan şirketine: Koruma Kurulu’nun görüşünü dahi almadan, Mevzii İmar Planı’nın değiştirilmesini sağlar. 17.6.1998 tarihinde beklediği “yapı ruhsatı”nı dev şirkete sunar.

Ruhsatı kapan Amerikan şirketi, hemen kazı çalışmalarını başlatır.

Ama bu ülke, yıllardır uğradığı ihanetlere rağmen, “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün ülkesidir. Ne kadar darbe almış olsa da o onur damarı hâlâ hayatiyetini kaybetmiş değil. Eğer o damar olmasa Cargill’in yaptığı yanına kâr kalırdı. Ancak onlar var, sayıca az da olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin sahipleri var, hemen harekete geçiyor onlar. Yaklaşık 10 yıl sürecek bir hukuk mücadelesini başlatıyorlar.

III) MÜCADELE BAŞLIYOR

İçinde Bursa Barosu’nun da bulunduğu çok sayıda meslek kuruluşu ve sivil toplum örgütü, plan değişikliği ve Valilik ruhsat işlemi hakkında dâvâ açar. Türkiye’de hâkimler var: Bursa İkinci İdare Mahkemesi 8.7.1998 ve 12.1.1999 tarihlerinde iki kez yürütmenin durdurulmasına , 27. 6. 2000 tarihinde ise işlemin iptaline karar verir. İlk yürütmenin durdurulması kararı üzerine, işgüzar Bursa Valiliği Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na başvurur. Bakanlık da aynı safta 14. 8.1998 tarihinde söz konusu bölgeyi “Tarımsal Sanayi Amaçlı Nişasta Fabrikası” alanına dönüştürür. Ancak Türkiye’nin ulusalcı güçleri hep tetiktedir. Bu işleme karşı da derhal dâvâ açarlar. Danıştay Altıncı Dairesi şikâyeti görüşür ve 11.11.1998, 11.1.2000 ve 10.4.2000’de üç kez yürütmenin durdurulması, 26.11.2002’de de iptal kararı verir. Karar 11.3.2004 de Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından da onaylanır.

Hukuk ve onur savaşı artık iyice alevlenmiştir. Cargill, mağrur ve kendinden emin, pes etmez. Çünkü o bir Amerikan şirketidir, o bir ulusötesi şirkettir. Yukarda vurguladım, tekrar ediyorum, bir ulusötesi şirket yalnızca kendi çıkarını, yalnız kendi kârını düşünür. Girdiği ülkenin refahı ve kalkınması mı, umurunda değildir. Yasal olsun olmasın, her türlü kazancı meşru sayar. Her türlü girişim mübahdır gözünde onun. Sahip olduğu devâsâ finans ve üretim gücü sayesinde, girdiği ülkeye, her türlü ekonomik ve siyasal müdahalede bulunur. Ülkenin hukukunu kendi çıkarları doğrultusunda etkileyip yeniden yapılandırmaya çalışır. Bu işler için olmazsa olmaz destekçileri, yerli işbirlikçilerle diğer aldatılmış yöneticilerdir.

Cargill’e gelince, o da dünyanın başka ülkelerinde hep böyle davranmış, hep bu şekilde sonuç almamış mıdır, diktatörce, tıpkı diğer ulusötesi şirketler gibi? Türkiye’de mi pes edip geri adım atacaktır, ona bu yolda hizmet etmeye hazır o kadar çok şürekâsı, daha deneyeceği o kadar farklı yollar varken?

Yazımın kalan kısmını ilerdeki günlerde sunacağım.





Türkiye Ulusötesi Şirketler İçin, Türkiye Cargill İçin (II)



Yazımın bundan önceki kısmında Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus ötesi şirket uğruna nasıl feda edildiğinin, Türk ulusunun yüksek çıkarlarının, onurunun, hukuk düzeninin bir şirket uğruna nasıl ayaklar altına alındığının öyküsünü anlatmaya başlamıştım.

Amerikan şirketi Cargill Cumhuriyet yasalarına aykırı olarak bir tarım alanına tesis kurmuştu. Kaçak tesisini kapatması, tarım arazisinden çekip gitmesi gerekiyordu. Ancak o Türk yasalarını çiğnemekte ısrarlıydı; istiyordu ki Türk yasaları kendisine uydurulsun. Yalnız değildi bu küstahlığında tabii; dış bağlantılarına güveniyordu, içerdeki şürekâsına güveniyordu. Ancak Türkiye Cumhuriyetimiz de sahipsiz değildi: Cargill’in yasa tanımazlığına karşı birkaç kez yürütmeyi durdurma kararı alındı. Cargill ve destekçileri durur mu, onlar da karşı saldırılar düzenlediler. Ancak her defasında adaletin şamarını yemekte gecikmediler.

“Cargill Türkiye’de yalnız değildi” dedim. Bu ülkenin gerçek sahipleri karşısında tam 5 kez kendi için yasa çıkartma başarısını gösterdi. Birinci yasa 22 Haziran 2004 de, ikinci yasa 3 Temmuz 2005’de, üçüncü yasa 23 Kasım 2006 tarihinde, dördüncü yasa 31 Ocak 2007 tarihinde çıkarıldı. Her yıla bir “Cargill yasası” düşüyor, insanın başı dönüyor değil mi? O kadar kronik ve karmaşık bir iş ki içinden çıkmak da kolay değil. Zamanım elverdiğince, doküman bulabildiğimce, dilim döndüğünce başlıyorum anlatmaya kaldığı yerden bu müthiş öyküyü.

I) BİR “DEV”E KANAT GERENLER

Cargill neden ısrarlı, Cargill neden yılmıyor? Neden Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk düzenine saygılı değil? Cargill neden her defasında fütursuzca karşı saldırıya geçebiliyor? Yazımın ilk kısmında bunun sebeplerini saymıştım. Şimdi somut kanıtlar getireceğim yazdıklarıma . Böylece Türkiye’de “demokrasi” maskesi altında hangi dolapların döndürüldüğünü de daha iyi görmüş olacağız.

Kapitalizm Batı’nın bir icadı olup güç maksimumlaştırmasına dayanır. Çağdaş kapitalist sistemde birey, şirket ve devlet birbiriyle organik bir bütünlük içindedir. Dolayısıyla başta ABD olmak üzere kapitalist ülkeler, diğer ülkelerde kendi şirketlerinin çıkarlarını kıskançlıkla korur ve takip ederler[1]. Bu koruma kuşkusuz Cargill için de söz konusudur. İşte gözlemlerim sırasında derleyebildiğim kanıtlar:

- Türkiye’de Cargill’i koruma altına alan ilk Başbakan Turgut Özal’dır, tabiî ABD Başkanı’nın ricası, bence talebi üzerine.

- 19 Ocak 2001 tarihinde Bülent Ecevit’in ABD Başkanı George Bush ile yaptığı görüşme sırasında ABD Ticaret Bakanı Donald Evans, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ndan Cargill’in sıkıntılarının giderilmesini istemiştir.

- Aralık 2003… Başbakan Tayyip Erdoğan bir ABD ziyareti gerçekleştiriyor. İddiaya göre ziyaret sırasında kendisinden bir söz alınmıştır. Hangi konuda? Tabii Cargill’in, Türkiye’deki faaliyetlerini serbestçe sürdürmesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılması konusunda!...

-2005 yılında Cargill’in Orhangazi alanı “özel endüstri alanı ilan ediliyor. Nasıl oluyor bu? Hikâyesi şöyle: Cargill, Orhangazi Tesisi’nin kurulu bulunduğu arazinin “Özel Endüstri Bölgesi” olması için Endüstri Bölgeleri Yasası kapsamında başvuruda bulunuyor. Alıyor da istediğini: Söz konusu alan, yani Cargill fabrikasının kurulu olduğu verimli tarım arazisi 5 Temmuz 2005 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla Özel Endüstri Bölgesi ilan ediliyor. Kim “yürü ya şirketim” demiş ola ki Cargill’e? Bir görüşe göre Derin-Merkez, ABD Başkanı Bush!...

- Şöyle bir iddia daha var: ABD Başkanı Bush, Türkiye Başbakanı’na, yani R.T. Erdoğan’a bir mektup göndererek Şeker Kanunu’nda yüzde 10 olarak yer alan glikoz kotasının artırılmasını istemiş. AKP hükümeti hemen bir tasarı hazırlatarak, Başbakan’ın ABD gezisi öncesinde Bakanlar Kurulu’nun imzasına açmış. Hangi kararı acaba? Glikoz kotasının yüzde 15’e yükselten kararı tabii!

Görüyor musunuz bir ulusötesi şirketi, istediğini nasıl da tereyağından kıl çeker gibi alıyor.

Ve yasalar kimin için çıkarılıyor, kimin için değiştiriliyor Türkiye’de?

Biz de buna “demokrasi” diyoruz.

II) “ÖZEL ENDÜSTRİ BÖLGELERİ KANUNU” DELİNİYOR

Şimdi yukarda verdiğim bilgileri aklımızda tutarak, Cargill’in karşı atağını ve ondan sonra olanları görelim.

Cargill maruz kaldığı yürütmeyi durdurma kararları karşısında afallar ama geri adım atmaz; kararlıdır,“yola devam” edecektir; güçlüdür çünkü, yalnız değildir çünkü. Artık girişimler bundan böyle daha üst düzeyde yapılacaktır, yani Ankara’da TBMM düzeyinde yapılacaktır. Bu defa iş daha sağlama kazığa bağlanacaktır.

Peki, nasıl?

Aratılır, taratılır danışmanlara ve bir çıkış yolu bulunur: 19 Ocak 2002 Tarihli ve 4737 Sayılı Özel Endüstri Bölgeleri Kanunu! Cargill’in önü mutlaka açılacaktır ya, işte bu yasa delinerek açılacaktır.Kollar sıvanır, pırıl pırıl yeni bir yasa çıkarılır: Neredeyse Cargill’e özel 22.6.2004 tarih ve 5165 sayılı yasa, Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa!... Tasarı ilgili komisyonda sadece 1 saat, Genel Kurul’da sadece 3 saat görüşülmüştür. Kimler tarafından çıkarılmıştır bu yasa? Kadersiz halkımızın “Gidin, benim için çalışın, benim çıkarlarımı koruyun” diye oy verip Meclis’e yolladığı çoğunluk milletvekilleri tarafından, AKP milletvekilleri tarafından! Türk halkının bir sürü başka sorunu varmış, tarım çöküyormuş, tekstil batıyormuş, doğal kaynaklar yok ediliyormuş, kamu borçları artıyormuş, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk alıp yürümüş umurlarında değildir. Hattâ büyük olasılıkla çoğunun, bu sorunların ciddiyetinden haberleri bile yoktur. Zaten yasa değişikliği de hükümetçe kotarılmış, önlerine sürülüvermiştir. Yapacakları iş, parmaklarını kaldırmaktan ibarettir. Öyle de olur: Kanunun 8. maddesi ile, Özel Endüstri Bölgeleri Kanunu’na geçici 2. madde eklenir. Bu madde öyle kaleme alınmıştır ki, virgülüne kadar Haşmetmaap Cargill’in ya da onun hükümetinin talebine uydurulmuştur (Ancak çevreyle ve hukukla başı dertte olan bazı şirketler de vardır, onlar da yararlanacaktır, mevzuatta açılan bu gedikten):

“Üzerinde kurulu sanayi tesisleri bulunan, arazi alanı yüz elli bin metre kareden büyük, kurulduğu dönemde geçerli olan imar planları uyarınca gerekli izinleri alarak faaliyete geçmiş, mülkiyeti yatırımcılara ait alanlar, mülk sahibi gerçek ya da tüzel kişilerin başvurusu ve Bakanlığın uygun görmesi üzerine, kurulun değerlendirmesinin ardından Bakanlar Kurulu kararı ile özel endüstri bölgesi olarak ilan edilebilecektir.”

Görülüyor ki “adrese teslim” çıkarılan bu yasada yapılan değişiklikle, endüstri bölgesi için başvuru hakkı doğrudan doğruya şirketlere tanınmıştır. Yani Bakanlığın seçtiği bölgeler yerine şirketlerin seçtiği yerler endüstri bölgesi ilan edilebilecektir. Peki, bu bölgeler nasıl belirlenecek? Hiçbir ölçüt öngörülmemiştir Kanun’da. Dolayısiyle şirketlerin belirlediği yerler; en verimli tarım alanları, yüzlerce yılda yetişen ormanlar, cennet sahiller gibi her biri yüzlerce fabrikaya bedel doğa varlıkları da olabilecektir. Yetiyor mu bu kadarı? Hayır, ne münasebet dahası var; tanrılar kızdırılmamalı, iş eksiksiz, tam onların istedikleri gibi olmalıdır. Endüstri Bölgeleri Yönetmeliği de ivedi olarak aynı doğrultuda değiştirilir.

Ne yapsanız gerçek gizlenemiyor: Geçici 2. maddenin sırf Cargill için düzenlendiği apaçık ortadadır, bir çocuk bile bunun farkına varabilir; işte size bir değil, dört tane kanıt:

- Cargill’in işgal ettiği tarım alanı üzerinde de sanayi tesisi kuruludur.

- Cargill’in işgal ettiği arazinin alanı, şart koşulan 150 000 m2’nin çok üzerindedir (212 240 m2).

- Cargill de geçerli imar planları uyarınca izin almış ve tesis faaliyete geçmiştir.

- Alanın mülkiyeti Cargill’e aittir, yani bir yabancı yatırımcıya aittir.

Denebilir ki yasal değişikliği kotarmış olanlar “kraldan çok kralcı”dır. Çünkü Cargill’e, neredeyse tek başına bir imtiyaz tanınmıştır. AKP milletvekillerinin, itirazsız onay verdiği yasa işte böyle bir yasadır. Elbette onay vereceklerdir, çünkü emir yukardan, liderlerden, daha da yukardaki “büyük lider”den gelmiştir. Görüşüm odur ki çoğu, yasayı -büyük olasılıkla- bir satırını okumadan kabul etmişlerdir. Cargill 1995’den beri çok sayıda yargı kararına rağmen yatırımına hukuku çiğneyerek devam etmiş ve üretimini de başlatmıştır. İktidar sahiplerinin böyle olduğu bir ülkede elbette yasaları çiğner Cargill; sonra o böyle programlanmıştır, onun tabiatında vardır bu. O bir ulusötesi şirkettir; o dileyince -birçok ülkede görülmüştür ki- hükümetler, ilkeler, kararlar, yasalar eğilir, bükülür, parçalanır, yerle bir edilir.

Sonuçta Cargill, hukuk dışı işgaline birilerinin yasal güvence getirmesini sağlamıştır. Bir kez daha muzafferdir Amerikalı Cargill. İlgili birimlerden ihtiyaç duyduğu izin ve ruhsatları alır, üretimini sürdürür.

Ne var ki Cargill’e yine huzur yoktur, hukuk ihlali ve vatana yapılan kötülük karşılıksız kalmayacaktır. Çünkü Türkiye’de her şeye rağmen hukuk da vardır, hukukun savunucuları da, hamiyetli aydınlar da vardır, namuslu hâkimler de!... Çünkü Türkiye her şeye, AKP’nin bütün darbelerine rağmen hâlâ Atatürk Cumhuriyeti’dir. Cargill pes etmediyse, onur ve bağımsızlık ruhu, Atatürkçü refleks de pes etmemiştir. Amerikan şirketine sağlanan imtiyaza karşı, ”Özel Endüstri Bölgesi“ imtiyazına karşı da dâvâ açmakta gecikmez millî güçler. Bursa Barosu öncülüğünde Bursa Meslek Odaları, ilgili kararın iptali için Danıştay 10. Daire’ye gerekli başvuruyu yaparlar.

Zafer bir kez daha Cumhuriyet’in bekçilerinindir.

Danıştay 10. Dairesi; Bakanlar Kurulu Kararı üzerine açılan dâvâda, Cargill yatırımını meşrulaştırmaya yönelik 5.5.2005 tarihli idari işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verir. Kararda şöyle denir: Tarımsal amaçla kullanılacak alanda kaldığı anlaşılan taşınmazlar üzerine Cargill firması tarafından endüstri tesisi kurulmasına olanak sağlayan planların hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanmıştır. Bu nedenle söz konusu bölgenin endüstri bölgesi ilan edilmesinde hukuka uyarlık yoktur. Bunun üzerine Orhangazi Kaymakamlığı da Cargill firmasının faaliyetini durdurma kararı alır.

III) TAM BİR ALİ CENGİZ OYUNU…

Cargill bu kez sersemlemiş olmalıydı. Sanırım bu kadarını beklemiyordu. O bir çavuşun yönettiği muz cumhuriyetlerinden biriyle bir tutmuyor muydu Türkiye’yi? Nasıl olur da dileği ânında yerine getirilmezdi? Ancak kendine çabuk gelecek, ne yapıp yapıp tuttuğunu koparmaya girişecektir o. Sonra hizmetine koşup duranlar da “korkma, yanındayız” deyip durmaktadır. Hem Okyanus Ötesindeki Reis’e de verilmiş bir söz yok muydu? Olacak şey miydi bu sözün yerine getirilmemesi? Türk yasaları eninde sonunda değiştirilecekti, Cargillin dilediği şekilde, Cargill’in işine gelecek şekilde.

Tam bir Ali Cengiz oyunu değil mi, sevgili okur? İstersen, hatırlayalım bu öyküyü, çünkü olayımızla şaşırtıcı benzerlikler gösteriyor.

“Hile ile iş yapanların dalaverelerine ve akla gelmeyecek tuzaklar”a deniyor Ali Cengiz Oyunu. Eğer biri bir başkasına Ali Cengiz oyunu oynamışsa bu, ona karşı şeytanın bile aklına gelmeyecek hileler, düzenbazlıklar yaptığı anlamına geliyor. Eski bir halk hikâyesine dayanan bu öyküyü Prof. Dr. İskender Pala’nın kaleminden özetliyorum:

Eski zamanda adamın biri gayb ilimleriyle uğraşarak istediği şekle girebilmenin tılsımını keşfetmiş. Sihirbazlıkta o derece ileri gitmiş ki canını eğlendirmek ve halka marifetini göstermek üzere sık sık şekil değiştirmeye ve insanları hayrette bırakan oyunlar çıkarmaya başlamış. Söz gelimi hanımına "Bahçede bir keçimiz var, pazara götürüp satıver" der, sonra da bahçeye gidip keçi kılığına girer, hanımı kendisini götürüp sattıktan sonra yine insan olup eve dönermiş.

Bu sihirbaz adamın bir huyu da isteyen herkese sihrini öğretmekmiş. Ne var ki marifetini her kime öğretse, sonra bir oyun yaparak onu mat eder, öldürürmüş. Mesela oyunu öğrenen kişi kanarya olsa, sihirbaz bir atmaca olup onu avlar; öğrenen kişi ağaç olsa, sihirbaz ateş olur onu yakarmış.

Devrin padişahı bu gidişata dur demek isteyince tellallar çığırtıp bu düzenbazı kendi huzurunda mat edene kızını vermeyi vaat etmiş. Herkes bu tehlikeli sınavdan kaçarken, Ali Cengiz adında fakir bir derviş bu işe talip olmuş. Ali Cengiz, oyunu öğrenmek üzere sihirbazdan ders almaya başlamış. Ne var ki yalandan ahmak gibi davranıp asla öğrendiğini göstermiyormuş. Böylece sihirbaz, Ali Cengiz’i kolay lokma görüp oyunu en ince ayrıntısına kadar anlatmaktan çekinmemiş.

Sınav, padişahın cuma selamlığından sonra yapılacakmış. Ali Cengiz bir koç kılığına girip meydana gelmiş. Sihirbaz derhal bir kurt olmuş. Ali Cengiz su olup kurdu boğmak isteyince sihirbaz kendini ateşe çevirmiş. Bir müddet ikisi de kılıktan kılığa girmişler. Sonunda Ali Cengiz bir çiçek olup padişahın kucağına düşmüş. Sihirbaz bir eşekarısı olup üzerine konmuş. Ali Cengiz derhal darı olup yere saçılmış. Sihirbaz hemen tavuk kılığına girmiş ve darıları toplamaya başlamış. O darıları yiyedursun, Ali Cengiz bir tilki olup tavuğu boğmuş.

Ne kılıktan kılığa girilmedi, ey okur Cargill uğruna, bir hatırlayalım: Çevre Düzeni Planı, Mevzii İmar Planı değiştirildi; olmadı. Bölge “Tarımsal Sanayi Amaçlı Nişasta Fabrikası” alanına dönüştürüldü, olmadı, başka bir oyuna geçildi. Özel Endüstri Bölgeleri Kanunu delindi, yine olmadı. Bir düzenden diğerine, bir oyundan öbürüne geçildi.

Bir türlü mat edemediler bu ülkenin, yürekleri vatan sevgisiyle çarpan millî güçlerini! O bir avuç kahraman sayesinde ayakta duruyor Türkiye Cumhuriyetimiz ve duracak.

Yazımın üçüncü ve son kısmını önümüzdeki günlerde sunacağım.

[1] Bu konuda bakınız: Erol Manisalı, Kapitalizmin Temel İçgüdüsü, Derin Yayınları, İst., 2003.





Türkiye Ulusötesi Şirketler İçin, Türkiye Cargill İçin (III)



Bu yazı serisinin konusu Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk düzeninin, millî irade çığırtkanları tarafından bir Amerikan şirketi uğruna nasıl ayaklar altına alındığının yüz kızartıcı öyküsüdür.

Öykü on yıldan fazla bir dönemi kapsar. Olup bitenler uzun zaman aralıklarıyla meydana geldiğinden, genellikle kamuoyunun dikkatini çekmemiş ya da çekse de aradaki bağlantılar yeterince kurulamamış, olay bir bütün olarak görülememiştir.. Bizim amacımız ve asıl katkımız işte bu olacaktır: Olup biteni sistemli bir bütün haline getirip halkın ve aydınlarımızın dikkat ve değerlendirmesine sunmak.

Peki, olup biten neydi? Hatırlamakta yarar var:

Amerikan şirketi Cargill Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı olarak bir tarım alanına fabrika kurmuştu. Bütün yaptırımlara rağmen Türk yasalarını çiğnemekte ısrar ediyor, fütursuzca yasaların asıl kendisine uydurulmasını istiyordu. Yalnız değildi bu küstahlığında tabii, iç ve dış şürekâsına güveniyordu. Ancak Türkiye Cumhuriyetimiz de sahipsiz değildi: Cargill’in yasa tanımazlığına karşı birkaç kez yürütmeyi durdurma kararı alındı. Cargill ve destekçileri de karşı saldırılar düzenlediler. Ancak bu ulus ötesi şirket her defasında Türk Yargısı’nın tokadını yedi.

Artık sonuna geldik öykümüzün…

Ne var ki bir Ali Cengiz oyunu bu! Yazım bitecek ama oyun biter mi, onu bilemem.

I) SIRA “TOPRAK KORUMA VE ARAZİ KULLANIMI KANUNU”NDA

“Cargill bu ülkenin gerçek sahipleri karşısında birçok kez kendi lehine düzenleme yaptırma başarısını gösterdi. Kılıktan kılığa girdi, Amerikan şirketi: Çevre Düzeni Planı’nı, Mevzii İmar Planı’nı değiştirtti; olmadı, bölgenin “Tarımsal Sanayi Amaçlı Nişasta Fabrikası” alanına dönüştürülmesini sağladı. Olmadı, başka bir oyuna geçilmesini buyurdu: Özel Endüstri Bölgeleri Kanunu’nu deldirdi. Ama bir türlü nihai zaferi ilan edemedi.

Cargill ve şürekâsı oyunu bıraktı mı? Elbette hayır! Yeni bir oyuna daha geçtiler.

AKP hükümeti yeniden harekete geçti. Bu çabalar da AKP milletvekillerinin 3 Temmuz 2005‘de yaptığı bir yasa değişikliği ile sonuçlandı. 19 Temmuz 2005 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanan “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı” adlı yeni yasa ile, 11.10.2004 tarihinden önce “tarım arazilerini izin almadan amaç dışı kullanan” yasa tanımazlara, metrekareye 5 YTL ödemek koşuluyla yeni bir af getirildi.

Yasa yalnızca Cargill’i değil, tarım toprağına fabrika kurarak açıkça hukuk ve çevre ihlali yapan Uzel Makine, Döktaş, Asil Çelik, Ormo, Bamesa, Aka Otomotiv, Toyota, Evsan, KRGA Gaz, Kırpat, Kent-Sa ve Toprak gibi şirketleri de kurtarıcı niteliktedir. Ancak Cargill’in yeri başkadır, o baş roldedir, diğerleri ise figüran. Her ne şekilde olursa olsun onu ve arkasındaki “büyük patron”u gücendirmemek gerekir. Amerikan şirketi, istediği yasa çıkmıştır ama, tam memnun edilememiştir. Çünkü Cargill, tecavüz ettiği 212 bin metrekarelik tarım toprağı için yaklaşık 1 milyon YTL ödeme yükümlülüğü ile karşı karşıyadır ve bu parayı ödemek istememektedir. Amerikan şirketinin zarar görmesine AKP hükümeti de razı değildir. Yine kollar sıvanır ve eşine zor rastlanır yeni bir “kurtarma operasyonu”na girişilir. Önce Cargill, Orhangazi Tesisi’nin kurulu bulunduğu arazinin ”Özel Endüstri Bölgesi“ ilan edilmesi için Endüstri Bölgeleri Yasası kapsamında başvuruda bulunur. Ardından Bakanlar kurulu Cargill’e özel olarak, şirketin işgal ettiği verimli tarım alanını “Özel Endüstri Bölgesi” olarak ilan eder. Bu karar, para cezası kararından yalnızca iki gün sonra, 5 Temmuz 2005’te alınmıştır. Amaç Orhangazi’deki fabrikanın yasayı ihlal durumunun ortadan kaldırılmasıydı ya, bu hedef gerçekleştirilmiştir böylece.

Ancak Cumhuriyet’in bekçileri vardır, yeminli Kemalistler vardır! Siperlerinde onlar da hazır beklemektedir. Hemen yeniden Danıştay’a başvururlar. Danıştay 10. Dairesi, kararını 8 Şubat 2006’da açıklar.

Ve yine zafer! Bakanlar Kurulu’nun kararı iptal edilmiştir.

Danıştay’ın kararını aldığı tarihte, Toprak Koruma Yasası’ndaki 6 aylık süre dolmuş olduğundan, Amerikan şirketi af başvurusunda bulunamaz. Danıştay kararına yönelik itirazlarından da sonuç alamaz ve 20 Ekim 2006 tarihinde üretim faaliyetini durdurmak zorunda kalır.

II) CARGİLL’İN “PARA CEZASI”YLA KURTARILMASI DENENİYOR

Hamle sırası yine karşı taraftadır.

AKP hükümeti yeniden harekete geçer. Cargill’e çıkış yolu olacak bir gedik, Türk hukuk düzeninde mutlaka açılacaktır. Hedefte 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu vardır. Cargill, bir ulus ötesi şirket olarak öylesine nüfuz etmiştir ki Türk siyasetine, yönetimine, bakın ne oluyor: Başbakan, iki bakan ve DPT Müsteşarı Başbakanlık’ta Cargill’e arka çıkmak, çıkarlarını korumak üzere bir toplantı yapıyorlar. Çözümü de buluyorlar: Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu değiştirilecektir! Bu kez hedef, çaresiz, Cargill’i “para cezası yoluyla kurtarmak”tır.

Türk hukuk sistemi kevgire dönmüş, kimin umurunda? Bir hikmet sahibi “Dahilde sağlam olmak ve sarsılmamak, hariçte kendisini saydırmak isteyen bir devlet için, hukuk fikrini aşılamak ve bu hissi kuvvetlendirmekten daha kıymetli bir servet olamaz” demiş, kimin umurunda. Böyle derdi mi var ki onların? Bildiklerini devam ederler okumaya.

Biz de öykümüze devam edeceğiz ama önce, önemli bir hususu açıklamakta yarar görüyorum. AKP iktidarı yasa çıkarmanın yeni ve kestirme bir yolunu bulmuş. Hükümet çıkarılacak bir yasanın sorumluluğunu kendisi yüklenmek istemiyorsa, hazırladığı tasarıyı uygun gördüğü bir milletvekilinin eline tutuşturup, “Bunun altını sen imzala da öneri seninmiş gibi işlem görsün. Biz hükümet olarak destekleriz, yasa çıkar, değişikliğin şerefi de sana ait olur” diyormuş.

Peki, bu dâvâda “şerefli milletvekili” olarak kim seçilmiş ola ki? Artık neye göre belirlendiyse, bilemiyorum, Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu üzerinde karar kılınmış. Cargill lehine değişiklik sağlayacak kanun teklifi bu “paşa” soyluya yaptırılıyor. Yeni yasa, yani 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasası’nda değişiklik yapılmasını öngören yasa AKP milletvekilleri tarafından 23 Kasım 2006’da kabul ediliyor. Yasa tarım arazileri üzerinde izin alınmadan kurulan tesislere, işlemlerini tamamlaması için ek süre getirmektedir. Buna göre, 11 Ekim 2004 tarihinden önce gerekli izinler alınmadan, tarım dışı kullanıma açılmış arazilerin arzu edilen amaçla kullanımı için, kanunun yayım tarihinden itibaren bir yıl içinde Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na başvurulacaktır. Ayrıca hazırlanacak toprak koruma projesine uyulacak, tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin metrekaresi başına 5 YTL ödenecektir. Söz konusu arazi ve tesislerin istenilen amaçla kullanımı için çeşitli kurumlardan alınması gerekli ruhsat ve izin gibi işlemler, Bakanlığa başvuru tarihinden itibaren 2 yıl zarfında tamamlanacaktır.

Hep söylüyorum, meydan boş değildir. Bu defaki muhafız, Cumhuriyetimizin en yüce bekçisi, Çankaya’da oturan, bugün yokluğunu şiddetle hissettiğimiz Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’dir. Durur mu hiç, o da harekete geçiyor. “Cargill Yasası”nı Meclis’e iade ediyor, bir kez daha görüşülmek üzere.

Ancak AKP tınar mı, alışmış bir kere, dinlemiyor sağduyunun sesini…

Kamuoyunda artık “Cargill Yasası” olarak anılan ve “verimli tarım arazilerinin izinsiz ve hukuka aykırı şekilde işgal edilmesi” suçlarına af getiren 5578 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun 31 Ocak 2007’de TBMM’nde yeniden kabul edilir, 9 Şubat 2007 tarihinde de yasalaşır. Cargill dakika beklemez, hemen gereğini yapar. Yasanın sağladığı af olanağından yararlanacaktır ya, aynı gün Valiliğe başvurur. Bursa Valiliği 20 Şubat 2007 tarihinde başvuruya -her zaman olduğu gibi- olumlu yanıt verir.

Ancak Sayın Sezer bu, hiç geri kalır mı, o da karşı hamleye geçer, dâvâ açar Anayasa Mahkemesi’ne. Yüce Mahkeme 19 Şubat 2007 tarihli kararıyla önce yasanın yürürlüğünü durdurur, sonra bazı maddelerini iptal eder. Mücadelenin başka kahramanları da vardır. Atatürk Cumhuriyeti’nin, millî onurun bekçileri vardır, onlar da çıkar sahneye. Ve bir karşı atak daha: Valilik işleminin iptali için Bursa idare mahkemelerinde iptal davaları açılır.

Sonuç olarak Danıştay kararı ile, Valilik işleminin yasal dayanağı kalmamıştır. Dolayısıyla işlem hakkında Bursa 1. İdare Mahkemesi’nce 23 Mart 2007 ve 3. İdare Mahkemesi’nce de 8 Kasım 2007 tarihlerinde iki ayrı "yürütmeyi durdurma" kararı alınır.

III) ÇANKAYA SİPERİ ELDEN ÇIKINCA

Yüzsüzlük arsızlık, şirretlik ancak bu kadar olur.

Ne zamandır ve bu defa da "hukuka aykırılık" Anayasa Mahkemesi ve idare mahkemeleri kararlarıyla belgelenmiştir, kanıtlanmıştır, suratlara çarpılmıştır, izin işlemi tamamen ortadan kalkmıştır. Artık çek git be kardeşim. Nerede… Anlayan mı var? Bir adım bile gerilememiştir, hâlâ diretmektedir Cargill ve adamları… Buna ne denir şimdi? İsterseniz bir Nasrettin Hoca fıkrası ile anlatalım ne dendiğini:

Nasrettin Hoca bir zenginin iftar yemeğine davetsiz olarak gitmiş, sofraya kurulmuş. Çok geçmeden, ev sahibi bizimkini uyarmış, Hoca hiç oralı değil. Aradan bir süre geçmiş. Kâhya, Hoca’nın kulağına sofrada istenmediğini bir daha fısıldamış. Bu kez de duymazlıktan gelen davetsiz konuğu, uşaklar kucakladıkları gibi götürüp, sokak kapısının önüne bırakıvermişler. Nasrettin Hoca, dışardan sesleniyormuş: Eee…, bu kadarına da istiskal derler (İstiskal: Hoşlanmadığını belli ederek, birine soğuk ve kovar gibi davranmak).

Ancak neden şaşıyoruz ki? Hatırlayalım, Cargill bir ulus ötesi şirkettir, “bir ulusötesi şirket yalnızca kendi çıkarını, yalnız kendi kârını düşünür. Girdiği ülkenin refahı ve kalkınması umurunda değildir. Yasal olsun olmasın, her türlü kazancı meşru sayar. Her türlü girişim mübahdır gözünde onun. Sahip olduğu devâsâ üretim ve finans gücü sayesinde, girdiği ülkeye, her türlü ekonomik ve siyasal müdahalede bulunur. Ülkenin hukukunu kendi çıkarları doğrultusunda etkileyip yeniden yapılandırmaya çalışır. Bu işler için olmazsa olmaz destekçileri, yerli işbirlikçilerle diğer aldatılmış yöneticilerdir.”

Biz yine dönelim öykümüze.

Alicengiz oyunu devam etmektedir, karşı taraf yeni bir hamle yapar. Sahnede yine AKPli Aydın Karapaşaoğlu vardır, görevli yine odur. Tahmin edeceğiniz gibi Cargill için, yine bir af yasası hazırlanır ve Viyana’yı kuşatan Serdar-ı Ekrem Kara Mustafa Paşa’nın ahfadından olmakla övünen Bursa milletvekili’nin eline sıkıştırılır: Bu, "tarım arazisinde izinsiz gerçekleştirilmiş yatırımlara bir yıllık yeni bir af süresi” getiren bir yasa teklifidir.

Burada ilginç olduğu kadar, sosyal ahlâkımız açısından düşündürücü bir ayrıntıya yer vermeden geçemeyeceğim. Cargill’i kurtaracak yasa için cansiperane uğraş veren Altan Karapaşaoğlu geçmişte benzer bir yasaya yine cansiperane muhalefet etmiş. Bakınız, önceki yıllarda nasıl eleştirmiş Cargill affını: "Sanki hukuki mercilerden bu firmaya ’Siz merak etmeyin, siz yatırımınızı yapın, biz bu işleri düzeltiriz’ dercesine büyük bir cesaretle yatırımlar yapılmaya devam edilmektedir. Bakınız, ülkemizde bazı değerler artık yozlaşmaya başlamıştır, hukuka saygı kalmamıştır. Evet, ülkemizin yatırıma ihtiyacı vardır, yatırımlar yapılmalıdır ama çevre tahrip edilmeden, insanların özgürlüklerine set vurulmadan..."

Karapaşaoğlu gerçek konusunda Amerika’nın pragmatizmi ile de birleşmiş oluyor böylece.

Öykümüze dönersek, AKP iktidarının Meclis’ten geçirdiği 5751 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” ile “Mera Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile, tarım arazilerinde kurulmuş olan bütün fabrika ve tesislere yeşil ışık yakılır. Yasaya göre, 11 Ekim 2004 tarihinden önce, gerekli izinleri almadan tarım dışı amaçla kullanıma açılan araziler, ”tarımsal bütünlüğü bozmaması“ halinde, ”istenilen amaç“la kullanılabilecektir. İzin için sadece üç basit şart aranmaktadır: Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde Tarım Bakanlığı’na başvurulacak. Hazırlanacak Toprak Koruma Projesi’ne uyulacak. Tarım dışı kullanılan tarım arazilerinin her metre karesi için 5 YTL ödenecek.

Anlayacağınız, önceki yasa ısıtılarak yeniden sürülmüştür piyasaya. Neden acaba? Çünkü bir altın fırsat doğmuştur karşı tarafa. Çankaya siperi el değiştirmiş, ulusal güçlerin elinden çıkmıştır. Artık orada Ahmet Necdet Sezer değil, AKP’den gelme Abdullah Bey oturmaktadır.

Tabii beklenen olur: Kanun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından -AKP’nin diğer bütün yasaları gibi- jet hızıyla onaylanır.

Oysa, bakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeminli savunucuları neler diyor bu yasa hakkında:

Onaylanan yasa yabancılara ayrıcalık sağlıyor. Ulusal çıkarlara da, Anayasa’ya da aykırıdır. Evrensel hukuk ilkeleriyle bağdaşmıyor. Yasanın, özellikle bir yabancı şirketin -ya da varsa belirli şirketlerin- tarım arazilerinde kurulu sanayi tesislerinin sorununu çözmek amacı taşıyan 6. maddesindeki düzenleme, yasaların “genel, soyut ve nesnel” olmasını gerektiren evrensel hukuk kurallarıyla ve Anayasa’nın hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmıyor.

Söyledim, meydan boş değildir, hiçbir zaman da değildi. Atatürk Cumhuriyeti’nin temelleri, her şeye rağmen sağlamdır, sağlam! Karşı saldırı bu sefer başka bir cepheden başlar, bir partiden...

Tarih 10 Nisan 2008… CHP af yasasını, daha doğrusu “Cargill’e imtiyaz yasası”nı Anayasa Mahkemesi’ne götürür. Başvuru dilekçesinde 5751 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile Mera Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun’un 2’nci maddesi ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na eklenen geçici 4’ncü maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemektedir. Çünkü getirilen düzenleme ile bir yabancı şirket veya belirli şirketlere hukuka aykırı durum ve etkinlikleri koruma altına alınarak, ayrıcalık (imtiyaz) tanınmış oluyordu. “İptali istenen düzenleme ile amaç dışı kullanılan tarım arazilerine, her metre karesi için 5 YTL karşılığında izin verilmesi, maddi olanakları elverişli olanlarla olmayanlar arasında eşitsizlik yarattığından, Anayasa’nın 10’ncu maddesinde ifade edilen ‘kanun önünde eşitlik’ ilkesine aykırıydı.

Anayasa Devlete tarım arazilerinin endüstri sebebiyle yok edilmesinin önlenmesi görevini vermiş olmasına rağmen, iptali istenen düzenleme ile, Anayasa’nın 45’inci maddesine aykırı olarak 1.sınıf tarım arazileri, endüstriye feda edilmekteydi.

Cargill hikâyesi şimdilik burada bitiyor, ancak oyun bitti mi? Elbette hayır.

Bakalım Türk Hukukunun yılmaz bekçisi ve savunucusu Anayasa Mahkemesi bu kez ne diyecek?

Cargill de daha hangi kılıklara girmeyi deneyecek?

SONUÇ

Bu çalışmanın beni götürdüğü başlıca sonuçları aşağıda sunuyorum.

1) Teoride geçerli olan “ulus ötesi şirketler her türlü kazancın meşru sayılmasını isterler. Bu nedenle legal ya da illegal, her türlü işin içindedirler. Sanayileşmesi engellenmiş ülkelere her türlü ekonomik ve siyasi müdahalede bulunurlar. Ulusal ekonomileri kendi çıkarları doğrultusunda etkileyip yeniden yapılandırırlar. Hükümetler üzerinde baskı yaparlar” görüşü Türkiye örneğinde de doğrulanmış bulunmaktadır. Çünkü Cargill Türkiye’de illegal işlere girişmiş, Türkiye’nin hukuk düzenine müdahale etmiş, onu kendi çıkarları yönünde yeniden yapılandırmak için uğraşmıştır.

Ülkemize sayısı yüzleri bulan ulus ötesi şirketin girdiğini, bunların giderek daha da güçlenip büyüdüğünü varsayın ve şu soruyu yanıtlayın: Ne olacak o zaman Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve hukuk düzeninin hali, ne olacak Türkiye’nin bağımsızlığı? Egemenlik kimlerin eline geçmiş olacak?

2) Bizi yönetenlerin iki de bir de “milli irade, demokrasi diyerek mangalda kül bırakmadıklarına bakmayın. Bu tafra mütevazı halkımızı kandırmayı sürdürmek içindir. Kimin yanında oldukları, kimin iradesi önünde eğildikleri bu çalışmada açıkça görülmüştür. Anlaşılıyor ki onların nazarında hak da, egemenlik de kuvvetlinin, paranın... Amerika da Afganistan’ı, Irak’ı işgal etmek için aynı bahaneyi ileri sürmedi mi? Nereye saldırmayı düşünüyorsa, bu değerleri kullanmıyor mu? Hakkını vermek lazım, gerçekten iyi rol yapıyorlar. Benim görüşüm, ABD de, onun işbirlikçileri de halkın iradesi ve demokrasi konusunda samimiyetsizler.

3) Cargill bir ulus ötesi şirket olmanın gereğini yerine getirdi Türkiye’de. Cumhuriyet yasalarından sıyrılmayı bildi. Hattâ sırf kendisine özel hukukî düzenlemeler bile yaptırdı. Acaba bu başarıda siyasî ve malî gücü ne şekilde ve ne derecede rol oynadı? Siyasi gücünün etkisine dair bazı ipuçlarını bu yazıda verdim. Ya malî gücü, o da rol oynadı mı dersiniz? Araştırılmaya değer bir konu ama son derecede zor bununla ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılması.

4) Ulusötesi şirketlere ilişkin teorinin bir savı da şudur: “Sermayesi birikimi yetersiz” az gelişmiş ülkeler -örneğimizde Türkiye- yabancı sermaye ithal ettikleri oranda, zenginleşmek bir yana daha da yoksullaşırlar. Çünkü sınırlı birikimlerini uluslararası şirketlerin kullanımına açarak, ulusal varlıklarını kendi kendine yok eden bir konuma düşerler. Türkiye örneğinde bu önerme de doğrulanmıştır. Türkiye ulusal bir kıt kaynağını, en verimli, 1.sınıf tarım arazilerini elden çıkarmış oluyor Cargill yüzünden. Bu kaybın boyutunu kavramak için, gasbın önünün artık açılmış olduğunu, yağmacılığın sadece Cargill ile sınırlı kalmadığını ve kalmayacağını hesaba katmak gerekir.

5) Yazılarımda sık sık vurguladım, Tarih’ten de, günümüzden de kanıtlar verdim. Daha da pek çok kanıt bulunabileceğine inanıyorum. Sağlam bir kanıtı da Cargill olayı dolayısıyla sunmuş oldum. Eğer onun yolunu içerden açanlar olmasaydı, dünyada Emperyalizm diye bir şey olmazdı. Bundan şu sonuç çıkar: Eğer emperyalizme karşı duracaksak, asıl mücadelenin bu içerdekilere karşı yürütülmesi gerekir.

6) Bu yazı bize anlamlı bir kuşaklar arası karşılaştırma imkânı da vermiş oldu Şöyle ki Amerikan şirketi Cargill’i Türkiye’de kökleştirmek için cansiperane uğraş veren Bursa Milletvekili Viyana’yı kuşatan Osmanlı ordusunun Serdarı Ekrem’inin ahfadından geliyormuş. Şimdi, bir dedeye bakın, bir de toruna! Ne muazzam bir değişim -yoksa mutasyon mu desem- değil mi? Nereden nereye: Kısa bir direniş döneminden sonra, paldır küldür düşüşümüzü başka hangi örnek daha iyi anlatabilir?

7) Atatürk şöyle demiştir: Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.

Şimdi bu sözden 80 yıl sonra geldiğimiz noktaya bakın:

Bu defa, üzerinde titrediğimiz millî egemenlik, günümüzün “taç ve tahtları”, ulus ötesi şirketler karşısında “erime, yanma, yok olma” noktasına sürükleniyor.

Bunun için mi gerçek Atatürkçü olan ulusalcılara da böylesine saldırılıyor, böyle tuzaklar kuruluyor?





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 20
Dün Tekil 1238
Bugün Tekil 1090
Toplam Tekil 4065297
IP 3.145.191.169






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























9 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


Saraylarda s remem da larda s rd m , Bin cihana de i mem u ks z T rkl m .
(H seyin Nihal ATSIZ)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.287 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu