Türk Dünyasında Tek Dilin (Türkçe’nin) Önemi Nedir? - H. Okan Balcıoğlu - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Türk Dünyasında Tek Dilin (Türkçe’nin) Önemi Nedir? - H. Okan Balcıoğlu
Tarih: 24.01.2009 > Kaç kez okundu? 4832

Paylaş


Dil bir topluluğu millet yapan en ciddi unsurdur. Tabi ki bunun kıstasları vardır. Öncelikli olarak tarihi geçmişinin kanıtlarının bulunması, yazıtlarının, kitabelerinin olmasıdır. Bunun dışında alfabesinin bulunması, üzerinde oluşturulmuş sözlü ve yazılı eserlerin bulunması, kelime sayısının çokluğu hususu gibi bazı özellikleri içermesi gerekmektedir. Türkçe ise bu hususta tarihi doğal yayılmışlık içinde dünyada en geniş coğrafyada kullanılan dildir. ( İngilizce, İspanyolca ve Fransızca kolonyal diller olup bu diller tarihi olarak doğal yayılma yerine zorlama etmenlere bağlıdır.) Türkçe ise istisnadır. Bunun istisna olduğunu gösterir yegane kanıt günümüzde Türkçeyi kullananların sadece Türkler olmasındadır.

Türkçe bilindiği gibi Ural – Altay dillerinden biri olup, bu dil dünyada en çok kullanılan dillerden biridir. Bu dili konuşan insanların ve oluşturmuş oldukları toplumların tarih içinde dünya üzerinde geniş bir coğrafyaya yayılması, bu süreç içinde kopukluklar yaşamalarına gerek ise dışarıdan yapılan zorlamalara maruz kalmalarının sonucu olarak birbirlerinden farklılıklar arz eden ağız ve lehçelere sahip olmalarına neden olmuştur. Özellikle dışarıdan zorlamalar olarak ifade ettiğim Türk dünyasını bir dönem işgal etmiş, tahakkümüne almış olan gücün Türkçe’ye müdahalesi günümüzde önümüzde engel olarak görülen ama mutlaka çözümlenmesi gereken önemli bir sorun olarak karşımıza çıkarmıştır. Orta Asya ve Kafkasya Türklüğünün gerek çarlık gerek ise Sovyet işgallerinin kapsadığı dönemlerde hakim gücün kendi için tarihsel olarak potansiyel tehdit olarak algıladığı Türkleri değişime tutmak onları Ruslaştırmak veya en azından homosovyetukuslaştırarak onları bir millet – soydaş yapan değerleri deforme tahrip ederek köklerinden uzaklaştırma yolundanda ciddi çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmaların kimi tehdit, rüşvet, imtiyaz vermek, suikast ve o toplumun aydınlarını topluca katletmek, sürgünlere gulaklara ( Çalışma kampları) göndermek gibi yollar olduğu gibi bunun yanında gayet bilimsel amaç altında her tür fitne ve hileyi kullanarak da özü bir milleti milletler tek dili de diller haline getirmek üzerine yıllarca çalışmışlardır.

Tabi ki onlar bu çalışmalarını gerçekleştirirken üzerine çalıştıkları milletten bir çok hain menfaatperesti veya kandırılmış insanları da yanlarında bulunduruyorlardı. Bu mankurtlaşmış zihniyetli insanlar sadece kendi içinden çıktıkları topluma değil aynı zamanda Türklük için telafisi zor olacak derin hasarlara sebep olacak çalışmalar yapmış, Rusların böl, yönet politikasının bölgede devamı için yardımcı olmuşlardır. Bu tür gayretler ile bölgelerde konuşulan ağızlar lehçeleştirilmeye, lehçeler de dilleştirilmeye çalışılmış onlara farklı fonotik vurgular yüklenmiş ve alfabelerde yapılan bazı değişikliklerle sanki birbirinden farklı diller intibaı etkisi verilmeye çalışılmıştır.

Oysa yüzyıllarca en güçlü Orta Asya devleti olarak o coğrafyada hüküm sürmüş olan Çağatay devleti zamanında Çağatay lehçesi bütün bir Türk coğrafyasında müşterek anlaşılan bir dil idi. Çağatay lehçesi sadece Orta Asya’da değil aynı zamanda Anadolu ve Balkanlarda da yaşayan soydaşlarınca da kolayca anlaşılabiliyordu. Hatta bu coğrafyada bile Çağatay lehçesinde edebiyat ürünleri veren sanatçılar vardı. Fakat 17. yüzyıl sonu ile Çağatay devletinin zayıflaması ve yıkılması ile Çağatay lehçesi yerini 18 yy başı ile daha çok yerel ağızların ağırlıklı olduğu lehçenin kullanılmasına bıraktı. Bu süreçte bölgede bir çok hanlık kurulmuş, zayıf devlet yapıları içinde varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlardı. Bu dönem güçlü bir siyasi ve askeri yapıya sahip olan çarlık Rusya’sı, tabiatın boşluk kabul etmeyeceği düşüncesini teyit edercesine kendisine göre zayıf, bölünmüş ve sanayisi için gerekli olan büyük yer altı – üstü kaynaklara sahip olan Türkistan’ı parça parça eline geçirdi.

Yayılmacı ve sömürgeci Ruslar artık Orta Asya’yı ele geçirmiş hakimiyet kurmakta zorlandıkları bozkır, stepler ile dağlık yerlerin dışında denetimi sağlamışlardı. Mevcut hanlıkların büyük kısmı Rusların hakimiyetini tanıyarak paravan bir görünüm aldı karşı çıkmayı yeğleyenler ise kanlı bir şekilde ele geçirildi. Bu hanlıklar da sosyal hayat ve kültür içe dönük bir yapı arz ediyordu. Örnek göstermek gerekirse Ege bölgesinin bir hanlık olduğu varsayılırsa zamanla genel iletişim dili olan İstanbul ağzı yerine bölge ağzının öne çıkması ve hakim olmasını gösterebiliriz.

Siyasi anlamda böl yönet politikasını uygulayan her sömürgeci güç gibi Ruslarda yönetimleri altında tuttukları milletlerin zayıf noktalarını tespit etmekte ve onların üstünde politikalarını uygulamakta ustaydılar. Ruslar tarih boyunca kendileri için büyük tehdit gördükleri köklü bir tarih ve kültüre, medeniyete sahip olan savaşçılıkları ile meşhur Asya coğrafyasının her yerine yayılmış Türklerin bölünmüşlüklerinden istifade ederek bu durumu daha da derinleştirmek arttırmayı ulusal menfaatleri için kaçınılmaz ve zorunlu görüyorlardı.

Bu amaçla da onların bir araya gelmelerine engel olmak için birbirlerinden farklı milletler oldukları propagandalar yapıp, buna uydurma kanıtlar ve tarihteki olmuş veya olmamış olaylardan güne husumetler aktararak acı olayların tazelenmesine aynı zamanda da kinlerin doğmasına çalışmak gibi çeşitli yöntemlere baş vurmaktan çekinmediler. Bunun dışında yazımın başında ifade ettiğim gibi o milletin değerli ozanlarını, yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini, alimlerini velhasıl kim özünü biliyor onlara katılmıyor, soyuna sahip çıkıyorsa onları vatan haini, halk düşmanı gibi yaftalar vurarak, tek tek veya topluca ortadan kaldırmaktan veya çalışma kamplarının o zor yaşam koşullarında kendiliklerinden ölmeleri için göndermekten geri durmadılar.

Bilimsel yöntemler ile yapılan çalışmalarda dini algılar horlanıyor, küçümseniyor ve toplumu yegane geri bırakan etmen olarak gösteriliyordu. Kültür ve dil beraberliğinden bahsedenler ırkçı ve şoven olarak adlandırılıyor kendileri rejimin en tehlikeli düşmanı ilan ediliyorlardı. Ortak tarih deforme edildiği gibi kültür ve dil üzerindeki bütün ortak ögeler temelden yıkılmaya ve sarsılmaya çalışıyor, çarlık ve Sovyet öncesi tarihin ilkellik – cahillik dönem olduğu ifade edilerek medeniyetin Rusların sayesinde o coğrafyaya getirildiği – yayıldığı bu sebeple de Ruslara minnet duyulması gereği telkin ediliyordu.

Özellikle kentlerde yaşayan eğitimli kesim zamanla üst iletişim dili olarak Rusça’yı benimsedi. Kendi kültürüne ve diline karşı küçümseyici davranırken Slav değerlerine karşı sempati duymaya başladı. Fakat şehirlerdekiler kadar yoğun bir propagandaya maruz kalmayan kırsalda ki halk nispeten milli kültür ve geleneksel yaşantıyı canlı şekilde devam ettirmekteydi.

Şu samimiyetle söylenmelidir ki dünya tarihinde çok az milletin Orta Asya Türklüğü ve Kazan Türklüğüne yapıldığı kadar yoğun başkalaştırma propagandasına tabi tutulmuş, kültürel değerlerine, tarihine saldırıda bulunulmuş ve üzerinde birbirinden koparma – ayrıştırma siyaseti uygulanmıştır.

Günümüz Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Azerbaycan Rusların yıllarca sürdürmüş olduğu maksatlı bölgeciliği ve çok kültürlülük siyaseti yüzünden aynı kökten ama sözde ayrı onlarca millet ile kaynamaktadır. Sözgelimi Kazakistan cumhuriyetinin nüfus demografisinin açılımı ve yüzdelerine bakıldığında ülke azınlıkları listesinde Ruslar, Ukraynalılar ve Almanların yanında, Tatarlar, Özbekler, Uygurlar gibi soy ve dil olarak Türklerinde listelendiğini görüyorsunuz. Kazakistan’da sadece Kazak milleti olarak incelendiğinde sözde azınlıklara göre oranının %55 olduğu görülecektir. Ama ülke tarafından azınlık kabul edilen diğer Türk soyluları da buna dahil ettiğimizde bu oranın %65 e tekabül ettiği görülmektedir. Kazakistan gibi yer altı ve üstü zengin bir ülke olan Kazakistan’ın kendi vatandaşlarını Kazak yerine tanımlamaktansa Türk olarak tanımlayarak asli unsur oranını gerçek azınlık olarak tanımlanabilecek ve o coğrafyaya 19 yy çarlık sömürgeciliği ile gelen dili ayrı, dini ayrı toplulukları azınlık statüsüne alması ülke bütünlüğünün bekası açısından daha hayırlı olacağı kesindir. Yine Kırgızistan’a baktığımızda Özbeklerin, Tatarların, Uygurların, Kazakların azınlık statüsünde değerlendirildiği görülmektedir ki bu son derece yanlış bir yaklaşım ve zihniyettir. Mevcut durumda da görüldüğü gibi bütün Türk cumhuriyetlerinde ama özelliklede Kazakistan ciddi oranda Rus azınlık barındırmaktadır. Bu azınlıkları zenginlik olarak gördüğünü ifade eden Kazakistan yönetimi bir Kazakistanlılık kimliği oluşturmaya çalışmaktadır. Bu durum ileride yukarıda da bahsettiğim gibi zengin yer altı ve üstü rezervlere sahip olan Kazakistan için yabancı ülkelerin iç işlerine karışmaları ve ülkede huzursuzluk çıkarttırmaları için bir etmen olacaktır.

Türk cumhuriyetlerinde ki bu kozmopolit ve karışık durumdan en memnun olan ülkenin Rusya olduğundan yana şüphe yoktur. Belki ileride ABD ve Çin’de kendi ekonomik ve siyasi yayılmalarına bu ortamı alet edebileceklerdir.

Şimdiye kadar anlatılanların çerçevesinde yapılması ve uygulanması süreklilik arz eden konular başlıklar halinde aşağıda sıralanmıştır. Bunlar;

- Türk cumhuriyetleri net bir anayasal vatandaşlık tanımı yapmalı ve azınlık tespitini bir daha gözden geçirmelidir. Türklük üst kimlik kabul edilmeli, Türk dili ve kültürü bütün Türkleri bağlayıcı - birleştirici etmen olduğu deklare edilmeli, bunun dışında kalanlar azınlık olarak kabul edilmeli ve haklar tanınmalıdır.

- Türk cumhuriyetleri içindeki özellikle Kazakistan’da ki Rus ve Ukrayna asıllı vatandaşlar nüfus içinde ciddi bir oran teşkil etmektedir. Türkistan’da oluşacak siyasal bir birliktelik bu ülkelerde yaşayan Rusların oranlarını genel nüfus içinde daha da düşüreceğinden dışarıdan olabilecek herhangi bir müdahaleyi engelleyici bir durum arz edecektir.

- Özellikle Türkçe’nin dışında Rusça’yı ülkelerinde resmi dil olarak tanımaları ciddi bir yanlıştır. Derhal bundan dönülmeli ve anayasal olarak ülkenin tek resmi dili olduğu onun ise Türkçe olduğu belirtilmelidir. Aynı zamanda devlet tarafından emperyalist döneminin geride kaldığı vurgusu yapılmalı, halka kendi milleti ve kullandıkları ana dille yani Türkçe ile gurur duymaları sağlanmalıdır.

- Halihazırda özellikle Kazakistan’ın zenginlik olarak göstermeye çalıştığı çok kültürlülük, azınlıklı toplum yapısı ile bununla ilgili oluşturmaya uğraştığı Kazakistanlılık kimliğinden vazgeçmelidir. Tarih göstermiştir ki cılık ve lılık ekleri almış hiçbir devlet sistemi – hiçbir vatandaşlık tanımı yürümemiş, dağılmıştır. Buna Osmanlı devleti örnektir.

- Türk cumhuriyetleri bilim adamları (Sosyologlar, tarihçiler, psikologlar, antropologlar, filologlar vbg.) bütün coğrafyayı kucaklayacak yeni bir Türkistan Türklüğü tanımı üzerine çalışmalar başlatmalı, ortaklıkları değil aralarındaki zaman içinde doğmuş farklılık sebeplerini tespit ederek bunların çözümlenmesi hususunda çalışmalar başlatmalıdırlar.

- Orta Asya Türk dil bilim adamları 17. yy sonları 18. yy başlarına kadar bütün Türkistan coğrafyasında ortak iletişim dili olarak kullanılan Çağatay lehçesini yeniden diriltmek için çalışmalıdır. Şu gerçektir ki bu lehçede yüzyıllar boyunca sözlü ve yazılı sanat ürünleri vermiş edebi bir lehçedir.

- Türkistan ve Azerbaycan Türklüğüne çarlık Rusya’sı ile Sovyet sömürü, esaret dönemlerini anımsatan her şeyden kurtulunmalıdır. Yeni bir dönemin kapıları açılmalıdır. O dönemden kalan değer yargıları ve alışkanlıklarının ortadan kaldırılmasına çaba sarfedilmelidir. Bu kendi özüne dönmenin olmaz ise olmazıdır. O dönemlerin Türk insanı üzerinde oluşturmuş olduğu şiddetli travmadan çıkılmalı yeniden kendileşilmeli yani yeniden Türkleşilmelidir.

- Türkiye’de kullanılan Türkçe’nin resmi ağzı olan İstanbul Türkçesi, bütün Türk dünyasında resmi ağız ve ortak iletişim dili olarak kabul edilmelidir. Günümüzde bu husus üzerine ciddi tartışmalar yapılmakta olup yerine göre yersiz itirazlarda ileri sürülmektedir. Muhtemel ki bu itirazları dillendirenlerin dayandığı nokta veya hissettikleri kaygı Rusların özellikle 20.yüzyılın başından 1939 yılına kadar yoğun bir şekilde uğraştıkları Türkler üzerinde farklı milletler yaratma siyasetinde, bu tür propagandaya maruz kalmış olmalarının onlarda oluşturduğu farklı millet oldukları psikolojisi ile onun getirdiği dar milliyetçiliğin şekillendirdiği zihniyetin dillerini kaybetme korkusu ile onları yersiz bir korkuya ve muhalefete götürmesinden başka bir şey değildir.

İstanbul ağzının resmi kabulünün gerekliliği hususunda ki nedenler şunlardır;

a) Günümüzde Türklük tarihi, kültürü ve Türkçe üzerine en çok yayımlanmış kitap – araştırma Türkiye Türkçesi üzerinedir.

b) Türkçe basılı yazım eserlerinin en yoğun bulunduğu ülke yine Türkiye’dir.

c) Türkçe konuşan en kalabalık nüfus Türkiye Türkçesi ile konuşmaktadır. ( 80 milyon küsur)

d) Dünya Türkleri içinde iletişim ve medya alanında en ileri devlet olan Türkiye’de yüzlerce ulusal, yüzlerce de yerel tv olduğu gibi ondan daha fazlada radyo bulunmaktadır.

e) En çok üniversite, araştırma kurumu, öngörü ( Strateji) kuruluşu, laboratuar, siyasi, dini ve kültürel örgütlenmeler yine Türkiye’dedir.

f) Türkçesinde en fazla teknik, bilimsel, dini, ticari, askeri, siyasi, hukuki terim bulunan yegane ülkenin Türkiye olduğu bir gerçektir. Türkiye’de bulunduğu bir gerçektir.

g) Dünya’da halihazırda Türkçe denilince karşılaşılan lehçe Türkiye’nin resmi olarak kullanmakta olduğu İstanbul ağzıdır. Yabancı devletler tarafından da Türklere yönelik her yayın Türkiye Türkçesi ile yayımlanmakta veya kurumlarında kullanılmakta olup kabul görmektedir.

Yazımın sonuna geldiğimde belirtmeliyim ki Türk birliği hem Türkiye, hem Azerbaycan hem de Türkistan Türk devletleri için ulaşabilecekleri en iyi sonuçtur. Bu sayede toprak bütünlüklerini öncelikli olarak içlerinde ki azınlık Rus ve diğer topluluklardan gelecek ayrımcılık hareketlerine karşı garantiye aldıkları gibi, Türk devletleri halkalarının birbirleriyle kaynaşması yeni bir süper gücün doğuşunu dünyaya gösterecektir. Türkçe mevzuuna gelince Türkiye Türkçesi olarak ifade edilen İstanbul ağzı zamanla müşterek iletişim dili olarak yaygınlaştıkça Azerbaycan ve Türkistan Türkçelerinde kullanılan kelimelerinde o Türkçe’ye girmesi ile belki dünyanın en güçlü, en kelime sayısı fazla dillerinden biri belki de dili olacaktır. Filologların tahminine göre öyle bir durum da Türkçede ki kelime sayısı 100 bin rakamını aşacaktır. Gerçeklik arz eden bu durum insanı heyecanlandırmaktadır. Çünkü günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılmayıp yerine Arapça ve Farsça terkiplerini kullandığımız ama Türkistan’da Türkçe karşılığının bulunduğu bir çok kelime vardır. Yine şu anda bir veya iki kelimeyle adlandırdığımız bir eylem veya nesne aynı anda beş – altı karşılığa sahip olabilecektir. Artık Türkçe büyük bir dünya dili olma yolunda adımını atmalıdır. Yesi’de basılan bir gazete İstanbul’da anlaşılmalı, Bakü’de yayımlanan bir derginin Bişkek’te okuyucu kitlesi bulunmalıdır. Televizyonlarda ki yayımları, filmleri herkes rahatça anlayarak izlemeli, programlara katılmalıdır. Bu sayede eskisi gibi davada, duyguda, kıvançta, matemde yine bir arada olmanın, bir olmanın gücünü ve huzurunu duyabilecek bunu da çevremize yansıtabileceğiz. Bunun için kendini Türk diye adlandıran ve yine kendini Türkçe ifade eden herkese görev düşmektedir. Unutmayalım ki davaların yarısı inanmak yarısı ise çalışmaktır ve yine unutmayalım ki davaları sonuca götüren onu savunanların sayısının kalabalıklığı değil, davaya bağlılıkları, sabırları ile inançlı bir şekilde çalışmalarıdır.