Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresi'nin İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu - Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresi'nin İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu - Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Tarih: 12.05.2011 > Kaç kez okundu? 4671

Paylaş


İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından 28-29 Nisan 2011’de İzmir Crowne Plaza’da “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri” adlı uluslararası sempozyum gerçekleştirilmiştir. Sempozyuma iştirak eden BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı’nın sempozyum ile ilgili değerlendirme raporu ve tebliği aşağıdaki gibidir.







Sempozyumun Ortadoğu Oturumu'nda konuşan Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi ve BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı “Son Siyasal Gelişmeler Gölgesinde Uluslaşamayan Halkların Ülkesi Pakistan” başlıklı tebliğinde şunları söylemiştir:







“1947 yılında kurulduğundan beri pek çok etnik ve dinsel çatışmaların ortasında birliğini korumaya çabalayan Pakistan, uluslaşma evrimini tamamlayamamış nükleer bir devlet konumundadır. Kanlı savaşlara varan komşusu Hindistan’la yaşadığı çalkantılı münasebetlerden ABD ile olan yakın ilişkiye, Afganistan’daki devrik Taliban yönetimine verdiği destek ve halen ülkenin kuzeyinde Taliban örgütüyle yaşadığı çelişkili ilişkiler ve çatışmalarla gündemde olan bir bölgesel güç konumundadır.







Pakistan’ın kurucuları İslam dinini yeni kurulan ülkenin birlik unsuru olarak temel aldılarsa da dil, kavmiyetçilik, kültürel miras ve ekonomik farklılıklar ayrılma içgüdüsünün galip gelmesine sebep oldu ve bağımsızlıktan 18 yıl sonra 1971 yılında ülkenin doğu bölgesi Bangladeş adıyla anavatandan ayrılma yolunu seçip bağımsızlığını ilan etti. Hindistan’la yaşadığı kanlı Keşmir sorunu, kuzeydeki Veziristan Bölgesi’ndeki aşiretler ve Taliban hakimiyeti ve güneybatıda Belucistan sorunu gibi etnik hareketler ülkenin birliğini tehdit ederken ülke içinde Şiilere ve Hıristiyan azınlığa yönelik sindirme ve baskı politikası da istikrarsızlığın başka bir veçhesidir.







Kısa dönemli demokrasi denemelerine karşın sürekli olarak askeri idareler tarafından şeriat kurallarınca yöneltilmeye çalışılan bu devletin halkı sosyal ve ekonomik yönlerden geri bırakılmış, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır. Ulusal bir kimlik oluşturması sürecinde pek çok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Abbas Karaağaçlı konuşmasının bu aşamasında oturum başkanından izin alarak Bahreyn’de ABD’nin desteği ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn güvenlik güçleri ve komandolarınca demokrasi talep eden Bahreyn halkına karşı uygulanan baskıya değinmiş ve şöyle demiştir; Bahreyn halkı günümüzde büyük sıkıntılar ve sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Suudi Arabistan ve bölgenin diğer batı yanlısı halktan kopuk yöneticileri kendi iktidarları ve gelecekleri de tehlikede olduğundan Bahreyn’deki değişim ve demokrasi hareketinden korkmakta ve tedirginlik duymaktadırlar. ABD ise Bahreyn’de meydana gelecek değişim sonucunda Ali-halife yönetiminin devrilmesi durumunda bu stratejik adadaki konumunu yitireceğinden ve askeri üssü ile beşinci filosunun barınma geleceğinin tehlikeye düşeceğinden korkmaktadır. Unutmayalım 1980’lerden sonra Afganistan’da Necibullah yönetiminin mücahit hareketinin karşısında aciz kalıp Sovyet ordularını mücahitleri bastırmak için ülkesine davet ettiğinde başta ABD olmak üzere bütün batı devletleri ayaklanmış Afganistan Devleti ve Sovyetler Birliği’ne karşı cephe almışlardır. O dönemde ABD ve diğer batılı devletler Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini bahane göstererek 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmişlerdir. Ayrıca bütün batılı haber ajansları Afganistan’daki olayları dünyaya taraflı olarak yansıtmış, ABD ve diğer batılı güçler Sovyet yanlısı Afganistan Devleti’ni yıkmak için her türlü askeri ve maddi yardımı yapmışlardır. Bugün Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri askerlerinin Bahreyn’i işgal etmeleri ve doğrudan doğruya halkın Ali-halife yönetiminin diktatörlüğüne karşı baş kaldırmaları farklı bir durum mudur? Arabistan’ın Bahreyn’i işgalinin Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinden ne farkı var?"

---



BÖLGESEL VE KÜRESEL DİNAMİKLER: TÜRKİYE VE YAKIN ÇEVRESİNİN İKTİSADİ VE SİYASİ MESELELERİ SEMPOZYUMU RAPORU Doç.Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

1

İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından 28-29 Nisan 2011’de İzmir Crowne Plaza’da “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri” adlı uluslararası sempozyum gerçekleştirilmiştir. Sempozyuma iştirak eden BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı’nın sempozyum ile ilgili değerlendirme raporu aşağıdaki gibidir. Açılış töreni sempozyum genel koordinatörü Ekonomiden Sorumlu Eski Devlet Bakanı İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Prof. Dr. Sabri Tekir’in ayrıntılı konuşması ile başlamıştır. Sayın Bakanımız şöyle demiştir: 21. yy’da tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizin de içinde bulunduğu bölge ekonomik ve güçler dengesi zemin kayması göstererek değişmekte, yeni denge merkezleri oluşmaktadır. Bazı ülkeler ve bölgeler geleceğin yeni küresel güç merkezleri olarak ortaya çıkarken, mevcut bölgesel güçler de yeniden şekillenmektedir. Tarih boyunca dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik hareketliliğin en yoğun yaşandığı bölge olan ve Ortadoğu’yu da içine alan Türkiye merkezli Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz havzası ve Akdeniz havzası ve bunların uzantısı olarak görülebilecek Orta Asya ülkeleri bu hareketliliğin en dinamik olduğu bölgeler olarak görülmektedir. Türkiye, ekonomisiyle, bölge üzerindeki etkisi yani nüfuz alanıyla, bölgesel ve küresel denge ve barış ülkesi olma yönünde yıldızı parlayan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya tarih boyunca muhtelif medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Bu niteliği ile Türkiye, Hititler, Lidyalılar, Frigyalılar, Likyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar ve Balkanlardan, Kafkaslardan, Karadeniz ve Orta Asya’dan gelen halkların kendi içinde bir harmoni oluşturduğu modern bir ülke Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirasına ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu Anadolu coğrafyasında Greko-Latin, Yahudi-Hıristiyan kültür mirasları ile bin yılı aşkın bir süre egemen olmuş İslam kültürünün bütün özelliklerini görmek mümkündür. Bir başka anlatımla farklı etnik, dini ve kültürel topluluklar bu topraklar üzerinde asırlarca barış içinde yaşamışlar ve coğrafya söz konusu unsurların bir arada güven ve huzur içinde yaşama modelini insanlık âlemine bağışlamıştır. Böyle bir coğrafyada Türkiye parlayan bir yıldız ülke olarak, dünyanın 16., Avrupa’nın 6. en büyük ekonomisi haline gelmiştir. G-20 ülkeleri arasındadır ve rasyonel ve stratejik politikalar uygulanması halinde yakın bir gelecekte dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi arasına girmeye aday bir ülke konumundadır. Son sekiz yıllık dönemde ortalama %7’ye yakın bir büyüme göstermiştir. Avrupa’nın önemli sanayi üreticisi ülkeleri arasına girmiş ve ihracatının

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

2

%93,4’ünü imalat sektöründen gerçekleştirir hale gelmiştir. AB Türkiye’nin birinci; Türkiye ise AB’nin yedinci büyük ticari ortağıdır. Toprakları ve sahip olduğu iklim kuşağı tarımsal üretime son derece elverişli olup, kendi kendine yeterli olan sayılı ülkelerden biridir. Yine Türkiye, dünyanın en önemli 7. turizm merkezi bir ülkedir. Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa iç pazarını genişleteceği gibi, AB’nin üretim ve küresel rekabet gücünü artıracak, Türkiye’nin küresel açılımlarını da kolaylaştıracaktır. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye, Batı ile Doğuyu buluşturan, Batının en doğusunda, Doğunun da en batısında, Kuzey ve Güney ekseninin tam ortasında olmanın avantajını kullanarak enerji (petrol, doğal gaz) iletim koridoru haline gelmektedir. Bilindiği gibi, dünya ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin %70’inden fazlası Türkiye’yi çevreleyen Rusya, Hazar havzası ve Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır. Bunun da ötesinde yaş ortalaması 28,8 olan son derece dinamik 72 milyonluk genç bir nüfusa sahiptir. (AB’de ortalama yaş 40’ın üzerindedir.) Türkiye’nin yakın çevresinde 600 milyonluk bir nüfus yaşamaktadır. Buna AB de dahil edildiğinde 1 milyarlık bir potansiyel tüketici ve üretici kitlesi bulunmaktadır. Ayrıca satın alma gücü paritesine göre Türkiye ve yakın çevresinin Gayri Safi Yurtiçi üretim değeri 6 Trilyon doları geçmektedir. Bu potansiyelin başta Türkiye olmak üzere, tüm yakın çevresinde yer alan ülkeler tarafından çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütün bu belirtilen hususların, akademik çevreler, iş dünyası, araştırma merkezleri ve devletin kurum ve kuruluşları tarafından çok dikkatli şekilde değerlendirilmesi ve bu konularda orta ve uzun vadeli programların geliştirilmesi gerekir. Geleceğin Türkiye’sinin bölge ülkeleri ile barış içinde, ortak refah paydasına sahip, karşılıklı çıkar ilişkilerinin dengelendiği, geleceğin Türkiye’sine herkesin ve her kesimin katkıda bulunmasına ihtiyaç vardır. Buradan hareketle, İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olarak “Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri” konulu sempozyumu tertip ettik. Bu sempozyumda verimli bir tartışma platformunun oluşacağı umudunu taşıyoruz. Daha sonra üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Kayhan Erciyeş dünyada ve bölgemizde meydana gelen siyasal ve ekonomik gelişmelere değinerek Türkiye’nin bu gelişmelerden etkileneceğini, bu doğrultuda sempozyumun ve sunulan bilimsel tebliğlerin ışık tutacağını dile getirmiştir. Nordrhein-Wastfalen Eyalet Başkanlığı Uluslararası İlişkiler ve Dünya Politikaları Masası Başkanı Dr. Lale Akgün ise ayrıntılı konuşmasında Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerini değerlendirmeye tabi tutarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde bazı sorunlar olsa da Türkiye’nin mutlaka AB içinde olması gerektiğini vurgulamış ve Türkiye’nin AB içinde çok önemli bir yere sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin jeopolitik önemi, Arap Dünyası ve Orta Asya Devletleri ile olan ilişkilerinin Avrupa için çok önemli olduğunu,

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

3

ekonomisi ve genç nüfusuyla Avrupa’nın en önemli devletlerinden biri olduğunu vurgulamıştır. Türkiye’nin yerinin AB içinde olduğunu ve her iki tarafın çok fazla çalışması gerektiğini anlatan Dr. Akgün Türkiye’de son dönemlerde reformların yavaşladığını, bunun da Türkiye karşıtı güçlerin ekmeğine yağ sürdüğünü, kendisinin Almanya’da yaşayan bir Türk kökenli siyasetçi olduğunu, Avrupa’da 5 milyon, yalnız Almanya’da 3 milyon Türk’ün yaşadığını anımsatarak, AB üyeliği gerçekleştirildiğinde bu insanların daha çok rahat edeceklerini vurgulayarak iki tarafında göstereceği çabayla Türkiye’nin üyeliğinin 2019-2020 de gerçekleşeceğine inandığını vurgulamıştır. Daha sonra söz alan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Murat Mercan ise iki dünyada iki ana eksen yani küresel ve bölgesel değişimden söz etmiştir. Dünyadaki evrimin nereye gittiğini ön görmek için dünya siyasal sisteminin Fransız İhtilalı ile atıldığını, bu süreçte Amerika ve Avrupa siyasal yapısının temellerinin konduğunu vurgulamıştır. Güç merkezlerine değinerek Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ve iç çekişmelerini anlatarak 1900’lü yılların başında Avrupa kendi siyasal ve ekonomik yapısını kurarken Osmanlı’nın bu dönemde önemli sorunlar yaşadığını vurgulamıştır. Dünyanın tüm kurumsal yapısının 1945’ten sonra oluştuğunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, Uluslararası Para Fonu’nu, dünya parasal sisteminin oluşumu, Dünya Bankası’nın temellerinin atıldığı ve uluslararası sistem çerçevesinde dünyada bir düzen kurulmuştur. Bu sistem varlığını sürdürmek için bir takım kurumlar uluslararası düzeyde belli bir sistematik içinde ve bunlar istikrarın korunması için vardır. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çökmesi bu sistemi bazı sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Avrupa Birliği bu sistemin belirli güç merkezlerinden biri olarak ortaya çıkmış bir birliktir. Dünya sisteminin ilk başarısız ve istikrarsızlığa iten olayı 11 Eylül’de gerçekleşmiş ve sistem önemli bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Kaynağı belli olmayan bir güç dünya merkezine saldırılarda bulunmuştur. Sistem kendisine yeni düşmanlar bulmuştur. Yeni düşmanların ortaya çıktığı düzende Türkiye bu düzenin neresindedir. 11 Eylül saldırılarından sonra ikinci büyük tehdit Irak ve Afganistan olayları ve işgaliyle başlamıştır. Görülüyor ki bu düzen artık işlememeye başlamıştır. Hiçbir sorun çözülmüyorsa Orta Doğu’da, Balkanlarda hiçbir ihtilaf kolaylıkla çözülmüyorsa bir de bunların üstüne dünyada evrensel bir ekonomik kriz patlak veriyorsa dünya sistemi büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Amerika ve Avrupa merkezli bu ekonomik kriz bütün dünyayı olumsuz etkilemiştir. Yaşanmakta olan en temel sorun, var olan dünya sisteminin tıkanmasıdır. Sistemin aktörleri karar vermek zorundadırlar. Sistem kendisini yenileyebilecek mi, yoksa yeni bir sistem mi kurulacaktır. Türkiye bu değişim ve dönüşümün içindedir. Uluslararası sistemin bir parçası olarak olaylardan etkilenecektir. Tunus’ta bir öğrencinin isyanı ile başlayan bu sosyal hareketliliğin o ülkenin ve Mısır hükümetlerinin devrilmesi tahmin edilemezdi. Bu olayların dinamik gücü Fransız İhtilali’nin sloganları olan adalet, eşitlik ve özgürlüktür. Hakça paylaşım talepleri bütün dünyayı etkilemektedir. Günümüzde siyasal dönüşümün en önemli örneği, FKÖ ile Hamas arasındaki barış anlaşması imzalamasıdır. Çok heyecan verici bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemiz bu düzenin içinde ve yakınındadır. Kendi siyasal dönüşümünü gerçekleştirip daha özgürlükçü ve daha

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

4

demokratik bir sistem kurmuştur. Sistemin varlığını sürdürmek için sosyal hakların üst düzeyde tarihi birikimini kültürünü de göz önünde tuttuğumuz gelişmiş bir ülke olacaktır. Etrafımızdaki devletler değişim taleplerine cevap vermelidirler. Ülkemizin uluslararası sistemde daha çok söz sahibi olması ve etkinliğini artırması için mutlaka –IMF’nin bir başkan yardımcısının Türk olması- NATO’nun bir genel sekreter yardımcısının Türk olması gereklidir. Ayrıca Kosova, Ermenistan, Bosna Hersek, Irak, Afganistan ve diğer bölgesel sorunların çözülmesi gerektiği aşikârdır. Dünyamızda gitgide artan radikalizm, ekonomik krizler ve var olan sorunların çözümsüzlüğü önemli sorunlardır. Görülüyor ki, günümüzdeki dünya sistemi var olan sorunların çözümünde yetersiz kalmıştır. Bu nedenle yeni bir sistem gerekiyor. Türk Dış Politikası Oturumu Sempozyumun Türk Dış Politikası konulu oturumunun başkanı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eddie J. Girdner konuşmasında uluslararası sorunlara ve çözüm yolarına değinerek sempozyumda sunulacak tebliğlerin yol gösterici olduğunu vurgulamıştır. Sakarya Üniversitesi İİBF Öğretim Üyes, Doç. Dr. Ertan Efegil “Analysis of the Foreign Policy Executive in Turkey” başlıklı ayrıntılı ve bilimsel konuşmasında dış politika yapımını ülkenin planlama kabiliyeti olarak algıladığını dış politika ihdasında reformlara ihtiyaç olduğu üzerinde durmuştur. Efegil konuşmasına şöyle devam etmiştir: “Bürokratik yapı ve dış politikada 3 temel sorun –demokratikleşme, planlama kabiliyeti, işlevsel yapılanma- üzerinde durmuş Ulusal çıkarların bireye göre ayarlanması gerektiğini Türkiye’nin dönüştürülmesi gereken bir zihinsel değişimin olması gerekmektedir. Birey endeksli, meclisin milleti temsil etmesi gerekmektedir. Bu konular kapalı kapılar ardında olmaz. Meclis milletin görüşlerini yansıtmalıdır. Meclis Dışişleri Komisyonu güçlendirilmelidir. Sivil toplum kuruluşları güçlendirilmeli ve etkin rol almalıdır. Burada önemli olan objektif davranmaktır. Araştırma merkezlerinde ciddi çalışmalar yapılıp ciddi öneriler getirilmesi gerekiyor. Zihniyet problemleri var, burada iki önemli meseleden söz ediyoruz -bireysel özgürlükler, güvenlik kaygıları- eğer güvenlik eksenli düşünülürse özgürlüklerden ödün verilecektir. Oysaki önemli olan birey ve bireyin özgürlüğüdür. Siyasal kültürümüzü yeniden oturtmalıyız. Siyasal kültür devleti yaratan ve ilerlemesini sağlayan önemli bir etkendir. Dış ilişkilerini oluştururken insan hakları, çevre, enerji ve benzeri uzmanlardan faydalanmak gerekiyor.” Milli güvenlik kurulunun lağvedilmesi gerektiğini vurgulayan Ertan Efegil, ulusal güvenliğin askeri güvenlik olmadığını, ulusal güvenliğin sivil olduğunu, ulusal güvenlik kurumlarının başında sivillerin bulunması gerektiğini, sivil otoritenin altında askeri, siyasi, ekonomik vb. uzmanların yer alması gerektiğini vurgulamıştır. “Sivil irade askerlerden fikir alır ve politikasını oluşturur. ABD’de bütün üst yönetim, sivildir. Genelkurmay Başkanı sivil otoritenin emrindedir. Türkiye’de Milli Savunma Bakanlığı’nın güçlendirilmesi gerekiyor. Kurumlar arası işbirliğinin artırılması gerekiyor. Dış politikada pek çok sorunumuz var. Bunların başında civar ve komşu

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

5

ülkelerle ilgili bilgi eksikliğimizdir. Örneğin; Libya’daki kabilelerin yapısı hakkında fikir sahibi değiliz. Dış politikayı kişisel yapılardan kurtarmamız gerekiyor. Bize karizmatik lider değil, stratejik lider lazım.” Bu oturumun diğer konuşmacısı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Uğur Burç Yıldız “‘Komşular ile Sıfır Sorun’ Politikası ve Türkiye’ye Yönelik Dış Tehditler” başlıklı konuşmasında, “Komşularla olan sorunların geçmiş dönemlere göre azaldığını, 2002’den sonra Ahmet Davutoğlu’nun yönlendirmesi ile komşularla Sıfır Problem politikasının başladığını vurgulamıştır. Artık tehdit denkleminin bırakıldığını ve aktif siyasete başlandığını vurgulamıştır. Geleneksel dış politika kalıplarının dışına çıkılmıştır. Komşuları tehdit olarak görmekten vazgeçilmiştir.” demiştir. Sempozyumun diğer konuşmacısı Kafkas Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Haydar Efe “Turkish Policy Towards South Caucasian Region and Stability in the South Caucasus” başlıklı konuşmasında, Türk dış politikasının öncelikli sorun ve çözümlerine değinmiştir. Daha sonra Uşak Üniversitesi İİBF Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Osman Tekir “Potansiyel Bir Çatışma Alanı: Kuzey Kafkasya” başlıklı konuşmasında, Ortadoğu’da önde gelen diktatör yönetimlerin birbiri ardına devrilmesine değindikten sonra Kafkasya’nın bu dünyadaki siyasal olaylardan etkileneceğini açıklamıştır. Tekir konuşmasında: “Rusya Başbakanı Putin’e göre de bölge bu gelişmelerden etkilenecektir. Kafkasya potansiyel bir çatışma alanıdır. Kafkasya’daki etnik ve dinsel bölünmüşlük de bölgenin en önemli gerçeği olarak karşımızda durmaktadır.” demiştir. Balkanlar ve Avrupa Birliği Oturumu Balkanlar ve Avrupa Birliği oturumunu yöneten Prof. Dr. Sabri Tekir, Türkiye ve Balkanlar arasındaki tarihsel ilişkilere değinerek özellikle Osmanlı döneminden itibaren Balkanlarla ülkemiz arasındaki yakın ve dostane münasebetlere değinmiş ve sempozyumun bu bölümünde bilim adamlarının bu ilişkilere yönelik öngörülerini açıklayacaklarını duyurmuştur. Hocamız şöyle devam etmiştir: “21. yüzyılda tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizin de içinde bulunduğu bölge ekonomik ve siyasi oluşumlar bakımından dinamik bir dönem geçirmektedir. 19. yüzyılda oluşmaya başlayıp, 20. yüzyıl boyunca devam eden küresel ekonomik ve güçler dengesi zemin kayması göstererek değişmekte, yeni denge merkezleri oluşmaktadır. Bazı ülkeler ve bölgeler geleceğin yeni küresel güç merkezleri olarak ortaya çıkarken, mevcut bölgesel güçlerde yeniden şekillenmektedir.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

6

Tarih boyunca dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik hareketliliğinin en yoğun yaşandığı bölge olan ve Ortadoğu’yu da içine alan Türkiye merkezli Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz havzası ve Akdeniz havzası ve bunların uzantısı olarak görülebilecek Orta Asya ülkeleri bu hareketliliğin en dinamik olduğu bölgeler olarak görülmektedir. Türkiye, ekonomisiyle, bölge üzerindeki etkisi yani nüfuz alanıyla, bölgesel ve küresel denge ve barış ülkesi olma yönünde yıldızı parlayan ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya tarih boyunca muhtelif medeniyetlere beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Bu niteliği ile Türkiye, Hititler, Lidyalılar, Frigyalılar, Likyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar ve Balkanlardan, Kafkaslardan, Karadeniz ve Orta Asya’dan gelen halkların kendi içinde bir harmoni oluşturduğu modern bir ülke Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirasına ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu Anadolu coğrafyasında Greko-Latin, Yahudi-Hıristiyan kültür mirasları ile bin yılı aşkın bir süre egemen olmuş İslam kültürünün bütün özelliklerini görmek mümkündür. Bir başka anlatımla farklı etnik, dini ve kültürel topluluklar bu topraklar üzerinde asırlarca barış içinde yaşamışlar ve bu coğrafya söz konusu unsurların bir arada güven ve huzur içinde yaşama modelini insanlık âlemine bağışlamıştır. Böyle bir coğrafyada Türkiye parlayan bir yıldız ülke olarak, dünyanın 16. Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi haline gelmiştir. G-20 ülkeleri arasındadır ve rasyonel ve stratejik politikalar uygulaması halinde en yakın gelecekte dünyanın gelişmiş 10 ülkesi arasına girmeye aday bir ülke konumundadır. Son 8 yıllık dönemde ortalama %7’ye yakın bir büyüme göstermiştir. Avrupa’nın önemli sanayi üreticisi ülkeleri arasına girmiş ve ihracatının %93,4’ünü imalat sektöründen gerçekleştirir hale gelmiştir. AB Türkiye’nin birinci; Türkiye ise AB’nin yedinci büyük ticari ortağıdır. Toprakları ve sahip olduğu iklim kuşağı tarımsal üretime son derece elverişli olup, kendi kendine yeterli olan sayılı ülkelerden biridir. Yine Türkiye, dünyanın en önemli 7. Turizm merkezi bir ülkedir. Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa iç pazarını genişleteceği gibi, AB’nin üretim ve küresel rekabet gücünü artıracak, Türkiye’nin küresel açılımlarını da kolaylaştıracaktır. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye, Batı ile Doğuyu buluşturan, Batının en doğusunda, Doğunun en batısında, Kuzey ve Güney ekseninin tam ortasında olmanın avantajını kullanarak enerji (petrol, doğal gaz) iletim koridoru haline gelmektedir. Bilindiği gibi, dünya ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin %70’inden fazlası Türkiye’yi çevreleyen Rusya, Hazar havzası ve Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır. Bunun da ötesinde yaş ortalaması 28,8 olan son derece dinamik 72 milyonluk genç bir nüfusa sahiptir. (AB’de ortalama yaş 40’ın üzerindedir.) Türkiye’nin yakın çevresinde 600 milyonluk bir nüfus yaşamaktadır, Buna AB de dâhil edildiğinde 1 milyarlık bir bireysel tüketici ve üretici Gayri Safi Yurtiçi üretim değeri 6 Trilyon doları geçmektedir. Bu potansiyelin başta Türkiye olmak

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

7

üzere, tüm yakın çevresinde yer alan ülkeler tarafından çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bütün bu belirtilen hususların, akademik çevreler, iş dünyası, araştırma merkezleri ve devletin kurum ve kuruluşları tarafından çok dikkatli şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu konularda orta ve uzun vadeli programların geliştirilmesi gerekir. Geleceğin Türkiye’sinin bölge ülkeleri ile barış içinde, ortak refah paydasına sahip, karşılıklı çıkar ilişkilerinin dengelendiği, geleceğin Türkiye’sine herkesin ve her kesimin katkıda bulunmasına ihtiyaç vardır. Buradan hareketle, İzmir Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi olarak “Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri” konulu sempozyumu tertip ettik.” Oturumun birinci konuşmacısı Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şenol Yaprak “Küresel Ekonomik Krizin Balkanlara Yansıması ve İşsizlik Sorunu” başlıklı konuşmasında şöyle demiştir: “Bilindiği gibi Avrupa’da çok farklı kültürlere, dinlere sahip ülkelerin yer aldığı, ondan fazla dil ve ırka mensup 75 milyon civarında insanın yaşadığı bölgeye, bulunduğu coğrafyadan dolayı Balkanlar denilmektedir. Küresel krizler, en fazla zaten güç ekonomik koşulların hüküm sürdüğü yerleri etkilediğinden dolayı, Balkan ülkeleri de yaşanan krizlerden fazlasıyla etkilenmişlerdir. Halen Balkanlar ya da diğer bir adlandırma ile Güneydoğu Avrupa, çözümlenmemiş anlaşmazlıkların hüküm sürdüğü bir coğrafya olmaya devam etmekte ve ekonomik krizin etkileri de ne yazık ki kendini daha fazla göstermektedir. Bu krizler ve büyük ekonomik sorunlara karşın, Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin tüm Balkan ülkelerinin Birliğe üye olması gerektiğini söylemeleri de düşündürücüdür. Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Slovenya AB üyesi iken, Hırvatistan ve Makedonya adaylık statüsü kazanmıştır. Diğer ülkeler de aynı süreçte ilerlemektedir. Ancak AB üyesi olan ülkeler de dahil olmak üzere son yıllarda bölgede ciddi ekonomik sorunlar yaşanmaktadır. Makedonya, Karadağ, Bosna Hersek, Kosova gibi ülkeler de siyasi belirsizliklerle birlikte işsizlik oranları da çok yüksek düzeylerdedir. AB üyesi olan bölge ülkelerinde de ekonomik durum son yıllarda gittikçe kötüleşmektedir. Bulgaristan, Romanya ve son olarak da Yunanistan’da ortaya çıkan olumsuz gelişmeler, işgücü piyasasını da etkilemiş ve işsizlikle birlikte ücretlerde de önemli düşüşler yaşanmıştır. Balkan ülkelerinin geleceği büyük ölçüde diğer Avrupa ülkelerindeki duruma bağlıdır. Avrupa Birliği’nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyduklarından dolayı, Birlik ülkelerinin krizin etkilerinden bir an önce kurtulması, Balkan ülkeleri için de umut olacaktır. Uluslararası ekonomik sistemle tam olarak entegre olmadığından dolayı küresel krizin olumsuz etkisinin en az yaşandığı bölge ülkesi Arnavutluk olmuştur. Henüz yeni bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkan Kosova’da bile durum çok kötü görünmektedir. Ülkede ekonomi

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

8

büyük ölçüde küçük işletmelere dayanmakta, ancak kriz nedeni ile bunların da yarıya yakını kapanmış ve işsizlik %40’ı aşmıştır. Bununla birlikte, Balkanlarda siyasi ve ekonomik iyileşme olmadan Avrupa’da da işler yolunda gitmeyecektir. Etnik milliyetçilik ve sınır anlaşmazlıkları bölgedeki mevcut olumsuzluğu daha da kötüleştirmekte, yabancı yatırımcıları uzaklaştırmakta ve bölge sürekli uluslararası desteğe muhtaç hale gelmektedir. Aşırı milliyetçi unsurlar, işsizliğin nedeni olarak, ülkedeki diğer etnik unsurları görmekte ve işsizlikten kurtulmanın yolu olarak da, onlardan kurtulmak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu tehlikeli gidiş, ekonomik sorunlar çözülmeden çözüme kavuşmayacak gibi görünmektedir. Bu çalışmada, Balkan ülkelerinde yaşanan kriz sonrası durum analiz edilmekte ve ekonomik krizin bölgeye yansıması, özellikle istihdam açısından irdelenmektedir.” Oturumun ikinci konuşmacısı İzmir Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölümü’nden Doç. Dr. Yıldız Y. GÜZEY ve Arş. Gör. Ayşegül DUMLU “Geçiş Ekonomilerinde Yabancı Sermaye, Birleşme ve Satın Almalar: Türk Cumhuriyetleri Örneği” başlıklı tebliğlerinde şöyle demiştir: “Araştırmada 2000-2009 yılları arasında Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Tacikistan da doğrudan yabancı sermaye birleşme, satın alma ve ortak girişim hareketleri analiz edilmiştir. 1041 Şirket ve 217 sektör incelenerek, birleşme, satın alma ve ortak girişimlerin hangi ülkede, hangi sektörlerde, hangi anlaşma şekli ile yoğunlaştığı küme analizi ile analiz edilmiştir. Küme analizinde: satın alan şirket, ana sektör kodu, satın alınan şirket ana sektör kodu, satın alan şirketin ülkesi, satın alınan şirketin ülkesi, anlaşma şekli, anlaşma zamanı ve süresi ve ödeme süresi tabloları kullanılmıştır. Araştırma sonuçları ile geçiş ekonomisi özelliklerini taşıyan Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Tacikistan da yapılan yatırımların bankacılık, tarım, enerji, metal sanayi, vb. sektörlerde yoğunlaştığı, yatırım yapan ülke sayısının ve dağılımının farklı özellikler göstermediği, Asya ve Avrupa da bulunan diğer geçiş ekonomileri ile benzer özellikler arz ettiği görülmüştür.” Oturumun üçüncü konuşmacısı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi; Amsterdam Üniversitesi, Göç ve Etnik Araştırmalar Enstitüsü, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Akgündüz “Batı Avrupa’daki Türk Göçmen Toplumu ve Türkiye İçin Anlamı” başlıklı makalesinde şöyle demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

9

“1960 yılında Almanya ile ve işçi göçü olarak başlayan Türkiye’den Batı Avrupa’ya göç, farklı tür göçlerle kesintisiz devam ederek Batı Avrupa ülkelerinde nüfus bakımından önemli Türkiye kökenli bir göçmen toplumun oluşmasına yol açmıştır. Bu yazı, konuyu başlıca aşağıdaki sorulara cevaplar arayarak inceleyecektir: Batı Avrupa, neden Türkiye’den işçi getirme yoluna gitmiştir? Türkiye, işçi göçünü hangi gerekçelerle olumlamış ve teşvik etmiştir? Batı Avrupa’ya göç, tipoloji bakımından nasıl sınıflandırılabilir? İşçi göçü ve onun yerine geçen göçler, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı ve politikalarına ne tür bir etki yapmıştır? Türkiye, politik açıdan bu göçlere nasıl bir yaklaşım göstermiştir? Türkiye kökenli göçmen toplum, sınıfsal, etnik ve kültürel bakımdan nasıl bir özellik arz etmektedir? Türkiyeli göçmenler yaşadıkları topluma entegrasyon bakımdan ne durumdadırlar? Örneğin ikinci kuşağın eğitim durumu nedir? Yaşadıkları ülkelerdeki egemen yapı ve ideolojinin Türkiyeli göçmenleri tanımlamaları nasıldır? Türkiyeli göçmenler, Türkiye ile bağlar bakımından ne durumdadır ve nasıl bir potansiyel taşımaktadırlar? Türkiye bu durumu nasıl algılamaktadır?” Oturumun son konuşmacıları olan İstanbul Üniversitesi SBF Arş. Gör. Nuri Gökhan Toprak, Arş. Gör. Volkan Tatar “Türk Dış Politikasında Enerjinin Konumu: Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi Çerçevesinde Bir Değerlendirme” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir: “Uluslararası siyasal sistemde yaşanan değişimlerin etkileri, devletler açısından oldukça farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Genellikle bu etki, küresel dinamiklerin devletin içsel dinamiklerini harekete geçirmesi sonucunda yaşanmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle sonuçlanan uluslararası siyasal sistemdeki yaşanan değişim, Eski Yugoslavya’da hem rejim değişikliği hem de bölünme olarak karşımıza çıkmıştır. Eski Yugoslavya federal yapısına uygun olarak, 1970’lerden itibaren bu durum daha net olarak hissedilse de, gerek anayasal gerekse ekonomik yönden ‘bölünmüşlük’ üzerine kurulmuştur. Birçok alanda hem yetki sınırlaması hem de paylaşım yönü olan bölünme, küresel dinamiklerin doğrudan bir sonucu olmamakla beraber, 1980’lerin başında itibaren artan ekonomik darboğaz ve mikro-milliyetçilik olgusuyla birleşince kapsamlı sonuçlar doğurmuştur. Bölünme öncesi %100’leri geçen yıllık enflasyon, oldukça yüksek oranlara ulaşmış işsizlik, ödemeler bilançosu dengesizliği ve uzun süren grevler 1980’ler Yugoslavya’sının ekonomik durumun özetidir. Politik durum ise ekonomiye paralel olarak hem eyaletlerin kendi içerisinde hem de federal düzeyinde oldukça gergindir. Son olarak 2008’de Kosova’nın da uluslararası alanda devlet olarak tanınması ile toplamda yedi devlete bölünmüş olan Eski Yugoslavya’nın günümüzde geldiği noktanın anlaşılabilmesi, öncelikle ‘ayrılmanın içsel dinamiklerinin’ analizini gerektirmektedir. Ancak bu analizden sonra, her ne kadar bölgede devlet sayısının artması ile sorunların da artırdığı görülse de, Balkanlar’ın yeniden çizilen haritası anlaşılabilir.”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

10

Ekonomik Meseleler Oturumu Ekonomik Meseleler Başlıklı Oturumun başkanı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Demirci, bütün dünyada ve ülkemizde ekonomik meselelerin önemi üzerinde durmuş ve ekonomik temel sorunları dile getirerek katılımcıların tebliğleri ile sempozyuma önemli katkı yapacaklarını belirtmiştir. Bu oturumun birinci konuşmacısı Nahçivan Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Müslüm Cabbarzade “Nahçivan – Türkiye İktisadi İşbirliği Durumu ve Persfektif Gelişim Yolları” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir: “Bu araştırmanın amacı dünyada, özellikle Avrupa’da komşu ülkelerin sınır bölgelerinin ekonomik işbirliği tecrübesini öğrenmekle Nahçivan Özerk Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki işbirliğinin verimli yanlarını tespit etmekten ibarettir. Komşu ülkelerle işbirliği ülkemizin sınır bölgelerinin komşu ülkelerin uygun bölgeleri ile iletişimi artırmanın yeni bir temas şeklidir. Onun için de bu iş birliğinin dünyada oluşturulmuş istikametlerinin araştırılması ve ülkemiz için uygulama imkanlarının tespit edilmesi önem teşkil etmektedir. Komşu ülkelerle işbirliğinin gelişimi arazisi büyük geçiş imkanlarına sahip ülkemiz için çok önemlidir. Şu anda Azerbaycan için trans sınır işbirliğinin en önemli taraflarından biri Türkiye, İran ve Rusya sınırlarında komşu ülkelerin gerekli tesislerinin geliştirilmesinden ibarettir. Son zamanlarda bu sahada ülkemizde sürekli olarak büyük çapta işler görülmektedir. Ülkemizin ekonomisinde makro iktisadi göstericilerin yükselmesi ve yatırım imkanlarının yıldan yıla artımı da komşu ülkelerle işbirliğinin genişletilmesi için büyük imkanlar oluşturur. Araştırmalarımıza göre, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinden farklı olarak Nahçivan ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler yeterince gelişmemiştir. Türkiye Azerbaycan’ın petrol, gaz, enerji, tekstil ve gıda sektörüne, otomobil, tarım ve köy işleri, lizing, sigorta, hizmet, üretim, turizm ve diğer sektörlerine yapılan yatırımları ile önde görülüyor. Son yıllarda Nahçivan Ö.C Türkiye ekonomisi ile ilişkileri genişletmiş, her iki ekonomi ister devlet kurumları, isterse de özel sektör kurumları için açık olmuştur. Nahçivan’ın dış ticaretinin yüzde yirmi altısı Türkiye ile yapılır. Tüm bunlara rağmen Türkiye ile Nahçivan arasındaki ticaret hacmi iki ülke resimlerinin de ifade ettiği gibi yeterli değildir. Bunun en az üç katına çıkarılması mümkündür. Ülkemizin bir parçası olan Nahçivan’da komşu ülkelerin işbirliğinin gelişmesi için geniş imkanlar mevcuttur. Bu imkanların büyük bir bölümü Türkiye’nin payına düşmektedir.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

11

Kanaatimizce, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin Türkiye ile ekonomik işbirliğinin araştırmamızda göstereceğimiz birçok yönde geliştirilmesi mümkündür ve bu her iki taraf için maksada uygun ve faydalı olabilir.” Oturumun bu bölümünde İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahu Güzel ve Arş. Gör. Nihan Kütahnecioğlu “Dünya Bankası Gözüyle Türkiye’de Özel Sektör: Türkiye ve Komşu Ülkeleri Adına Bir Değerlendirme” başlıklı makalelerinde şunlardan bahsetmişlerdir: “Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin belkemiğini oluşturmaktadır. Özel sektörün %98’ini oluşturan KOBİ’ler gerek ekonomik büyüme gerekse iş imkanı yaratma konularında büyük öneme sahiptir. Ekonomideki payı ve önemi açısından incelendiğinde özel sektör gerek Türkiye gerekse dünya ekonomisi için üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur. Özel sektöre ilişkin Dünya Bankası’nın belirlemiş olduğu bir takım göstergeler bulunmaktadır. Bu çalışmada söz konusu göstergeler dikkate alınarak Türkiye ve Türkiye’ye komşu olan ülkelerin verileri incelenecektir. Çalışmanın temel amacı Türkiye’deki özel sektöre ilişkin değerlerini yakın çevresiyle birlikte incelemek ve mukayese etmektir. Yönetim biliminde işletmeyi analiz etmek amacıyla kullanılan SWOT analizi çalışmada temel bakış açısını oluşturacaktır. Bilindiği üzere SWOT analizi yönetim, örgütün iç, endüstri ve makro çevreleri hakkında topladığı ham bilgilerden örgütün çevresinin genel bir resmini çizer. SWOT analizi çevresel faktörlerin sistematik olarak değerlendirilmesiyle örgütün çevresini anlamaya ve yönetmeye olanak sağlayan bir analizdir. Bu bakımdan SWOT analizi, örgütün faaliyette bulunduğu çevreyi anlamak ve yönetmek üzere topladığı bilgileri kullanarak sistematik olarak kendisini değerlendirmesi olarak tanımlanabilir. Çalışmada yönetim biliminde kullanılan SWOT analizi ülkelerin verileri doğrultusunda yorumlanmaya çalışılacaktır. Böylece söz konusu ülkeler karşılaştırmalı olarak değerlendirilerek birbirlerine göre güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte hangi ülkelerin fırsat hangi ülkelerin tehdit içerdiği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.” İstanbul Üniversitesi Ulaştırma ve Lojistik Yüksek Okulu’ndan Yrd. Doç. Dr. A. Özgür Karagülle ve Arş. Gör. Didem Büyükarslan “An Approach to Analyzing the Transportation Policies Regarding to Political Economy Theories: Transportation Corridors” başlıklı sunumlarını sunmuşlardır. Oturumun son konuşmacısı Kilis 7 Aralık Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Birol Erkan “A Comparative Analysis Regarding to Determination of Export Competitiveness of Turkey and the Border Countries” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

12

“Ülkelerin gerek sektörel gerekse ürün bazında global piyasalardaki ihracat rekabet gücünün (karşılaştırmalı üstünlüklerinin) ölçümü amacıyla kullanılabilecek en önemli göstergelerden birisi “açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük katsayıları”dır. Liesner (1958) tarafından ortaya atılan, Balassa (1965) tarafından işlevsel hale getirilen “açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük (AKÜ) katsayıları”, ülkenin belli bir sektör ihracatının toplam ihracatına oranının, aynı sektörün dünyadaki ihracatının dünya toplam ihracatına oranına bölünmesi şeklinde hesaplanmaktadır. Balassa İndeksi şeklinde de ifade edilebilen AKÜ katsayıları; ülkenin bir sektördeki yurtiçi uzmanlaşmasını, dünyanın veya herhangi bir ülkenin uzmanlaşmasıyla karşılaştırır. Katsayının 1’den büyük olması, söz konusu sektörün (ürünün) ihracatında ülkenin rekabet avantajına sahip olduğunu ve uzmanlaştığını; 1’den küçük olması ise rekabet dezavantajına sahip olduğunu ve uzmanlaşmadığını gösterir. Çalışmada, 1993-2009 yılları arasında Türkiye ve sınır komşuları olan Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye’nin ihracat rekabet güçlerinin belirlenmesi amacıyla SITC Rev3, 2 haneli bazda açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük katsayıları hesaplanmış; söz konusu ülkelerin birbirlerine karşı üstünlük ve dezavantajları ortaya koyulmuştur. Buna göre Türkiye’nin birçok ürün grubunun; özellikle de tekstil iplikleri ve kumaş, giyim eşyaları ve bunların aksesuarları, meyve ve sebze, seyahat eşyaları ve el çantaları ile tütün ve tütün mamullerinin ihracatında sınır komşuları karşısında rekabet gücü yüksektir. Bununla birlikte, canlı hayvanlar, hayvansal ürünler, gıdalar ve yağlar, mineral yağlar, petrol ve diğer enerji ürünleri ihracatında Türkiye açısından genel bir karşılaştırmalı dezavantaj durumundan söz edilebilir.” Politik Meseleler I. Oturumu Politik Meseleler adlı oturumda İzmir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Merdan Hekimoğlu, Avrupa’da ulus devletleri, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan insani trajediler, insan hakları, uluslararası düzen, soğuk savaş tecrübesi, Berlin duvarının yıkılması, asimilasyonlar, çok kutuplu siyasal sisteme geçiş ve benzeri uluslararası konular hakkında geniş bir değerlendirme yapmış ardından sözü birinci katılımcıya vermiştir. İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eddie J. Girdner “USA and the Word: From Manifest Destiny to Global Power” başlıklı renkli sunumunda grafikler ve fotoğraflardan da faydalanarak ABD ve ABD’li yöneticilerle ilgili kapsamlı tebliğini sunmuştur. Oturumun ikinci konuşmacısı Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Hanoğlu “Siyasal Sorunların Siyaset, Kültür ve İnsan Felsefesi Açısından Çözümlemesi” başlıklı tebliğinde şunlardan bahsetmiştir: “Felsefenin ilk klasik metinlerinden bu tarafa, insanın tabiatı itibari ile sosyal bir varlık olduğu kabul edilir. Bu sadece insanın toplu halde, organizmatik bir bütün içerisinde yer almasından

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

13

hareketle ortaya atılmış bir cümle değildir. Bu, insanın zihni gelişiminin yani ruhsal yapısının analiz edilmesiyle de farkına varılabilecek bir olgudur. Bu anlamda, insanın sosyal bir varlık olduğu, dıştan okumanın sonucunda elde edilebilecek bir veri olduğu gibi, içten okumanın sonucunda da elde edilebilecek bir olgudur. Bu açıdan son zamanlarda özellikle Ortadoğu bağlamında gelişen siyasal hadiseler, bir siyasal sorun olduğu kadar, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Benzer biçimde, sosyal bir sorun olduğu kadar, ruhsal sorunları da içerisinde barındıran kompleks bir hadiseler bütünü olarak önümüze çıkmaktadır. Bu açıdan yapılacak tahliller ve değerlendirmelerde sorunun siyasal ve sosyal uçlarına temas etme de göstereceğimiz titizliği, benzer biçimde, söz konusu bu uçlara kaynaklık teşkil eden birey psikolojisi yani insan felsefesi meseleye dahil edilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır. Gerek Türkiye ve gerekse kültürel dokularında epeyce bir ortaklığın yaşandığı çevre ülkelerde yaşanan siyasal hadiseler, temelde bir kültür krizinin neticesinde ortaya çıkan sorunlardır. Bu kültür krizi, artık geleneksel anlamda getirilen bazı temel kabüllerin artık işlevselliğinin bittiğinin açık ve net bir göstergesi olduğu konusunda yeteri miktarda gerekçelerimiz vardır. Bu temel kabulün merkezinde ise, insanı birey olarak değil de onu toptancı gözle değerlendiren yaklaşım durmaktadır. Bu toptancı kabul, temelde kabile zihniyeti etrafında gelişir. Kabile zihniyetinin ya da insanı sırf bir insan topluluğu içinde idare edilmesi gereken bir varlık olarak gören zihniyetin artık çağdaş insanı kucaklama da yetersiz kaldığı açıktır. Çözüm ferdin ve evvela insanı bir insan olarak değerlendiren yaklaşımların insan sorunlarına çağdaş ve evrensel cevaplar vereceği noktasında geçmiş zamanlara kıyasla daha ümit var olabiliriz. Bu manada çağdaş demokrasilerde dahi insanın insan olarak doğrudan müdahalesini esas alan katılımcı demokrasilerin günden güne prestijinin artmasındaki ana saik de yeniden insana verilen iade-i itibar olsa gerektir.” Oturumun son konuşmacıları Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Öğretim Üyeleri Yrd. Doç. Dr. Gülay Ercins ve Yrd. Doç. Dr. Veda B. Gökkaya “Toplumsal Cinsiyet ve Siyasal Yoksulluk” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir: “1980’li yıllarda özellikle feministler tarafından ele alınıp açıklanmaya çalışılan toplumsal cinsiyet kavramı, toplumsallaşma süreciyle bireye kazandırılan kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik vb. özellikleri kapsamaktadır. Toplumsal kurumlar tarafından (aile, okul, din, devlet vb. gibi) bireylere öğretilen tutum ve davranışlar olan toplumsal cinsiyet, kadınları toplumsal yapı içerisinde erkeklerle eşit bir konuma taşımamaktadır. Topluma, toplumsal cinsiyetin belirleyiciliği doğrultusunda bakıldığında kadınların, toplumsal yapıda sadece annelik ve onun beraberinde getirdiği bakıcılık (hem çocuk hem yaşlı vb.) akla gelmekte ve bu da onu toplumsal yaşamı sürdürücü bir araçtan farksız kılmaktadır. Kadını, kendi çıkarlarının, güçsüzlüğünün, kaygı ve sevginin istediği yönde çarpıtan erkek, giderek kadını bir araç durumuna getirir: Anlayışlı, sevecen, doyurucu ve yaşatıcı ama ne de olsa bir araç.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

14

Toplumsal cinsiyet bağlamında toplumun belirlediği kurallar ve roller çerçevesinde kendini inşa etmeye çalışan kadın, eril nitelik taşıyan kurallara uymak zorunda bırakılmıştır. Erkeklerden yana olan bu kurallar, toplumsal yapı (ekonomi, siyaset, eğitim vb. alanlarda) içerisinde kadını yoksullaştırmıştır. Bu yoksullaştırmanın önemli saç ayaklarından biri de siyasal alandaki kadın yoksulluğudur. Ülkemizde kadınlara siyasal anlamda haklar ilk defa Atatürk tarafından Kemalist Devrimlerle verilmiştir. O dönemde birçok ülkeden daha önce bu hakları elde eden Türk kadını, toplumsal yapı içerisinde yavaş yavaş kendini inşa etmeye başlasa da ataerkil ideolojiler, toplumdaki kültürel değerler doğrultusunda kadına baskı yaparak onun ilk önce aile içerisindeki iş bölümünü hatırlatmış, eş ve annelik misyonunu yerine getirmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu durum siyasal alana da yansımış ve kadınlar ilk önce özel alandaki görevlerine yönelerek, kamusal alandaki görevlerini ikinci plana atmıştır. Bu da kamusal alanda kadının kendini tam olarak temsil edemediğinin bir göstergesidir. Oysaki kadınların, kadınlar tarafından temsil edilmesi, sorunların anlaşılmasında ve çözülmesinde çok önemli bir yere sahiptir.” Politik Meseleler II. Oturumu Politik Meseleler II adlı oturumunu başkanlığını Muş Alparslan Üniversitesi’nden Doç. Dr. Abdullah Kıran yürütmüştür. Toplantının birinci konuşmacıları İstanbul Üniversitesi SBF Arş. Gör. Mustafa Ozan Şahin ve Arş. Gör. Bülent Şener “Terörizm Olgusu ve Türkiye’de PKK Terörünün Algılanmasında Bölgesel Farklılıklar: Bir Alan Çalışması” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir: “Siyasi bir kavram olarak ilk kez 1789 Fransız İhtilali’yle birlikte gündeme gelen “Terörizm” olgusu, “şiddet”in siyasal ya da ideolojik amaçlara ulaşmak için sistematik olarak devlete, topluma ve bireylere karşı kullanıldığı bir eylem türü olması bakımından da insanlık tarihinin en eski fenomenlerindendir. XX. yüzyıldaki gelişmelere paralel olarak geçirdiği dönüşümle birlikte son derece karmaşık bir hal alan “terörizm” olgusu, üzerinde en çok tartışılan ve oydaşma sağlanamayan bir kavram olarak da bireyden bireye, toplumdan topluma ve devletten devlete farklı yorumlamalara ve algılanışlara sahiptir. Bu bağlamda, 1980’lerden bu yana Türkiye’de “kronik” bir terörizm vakası haline gelen PKK terör örgütü, onun eylemleri ve bunların sonuçları, sosyolojik ve siyasal nedenlerden dolayı bireyler ve bölgeler düzleminde farklı algılamalar doğurmuştur/doğurmaktadır. Bu çalışma, Türkiye için önemli ve bir o kadar da tartışmalı bir konu olan “terörizm olgusu” ve “Türkiye’de PKK terörünün algılamasında bölgesel faktörler” konusunda toplumun düşüncelerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Türkiye’de terörizm algılaması konusunda farklı düşüncelerin olduğu bir gerçektir. Özellikle, Türkiye’deki bölgesel farklılıklar bu konuda önemli bir etkendir. Bölgesel farklılıklarla birlikte eğitim seviyesi, siyasal parti tercihleri gibi

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

15

farklı etkenlerin de konuyla ilgili farklı yaklaşımlara sebebiyet vereceği muhakkaktır. Yapmış olduğumuz alan çalışması da bu görüşlerimizi destekler nitelikte sonuçlar ortaya koymuştur. Türkiye genelinde yapılan alan araştırmamız, 18 yaş ve üstü kır/kent nüfusunu temsil eden 2000 birimlik örnek kitle üzerinde 18 ilde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın yürütüldüğü iller; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Konya, Gaziantep, İçel, Samsun, Kırklareli, Antalya, Diyarbakır, Manisa, Denizli, Erzurum, Malatya, Kayseri ve Zonguldak’tır.” Oturumun ikinci konuşmacısı olan Kültür Üniversitesi, Arzu Tuncer “Narco Terrorism: the Unconventional War” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir: “Bu makalenin yazılmasındaki amaç, narkoterörün yapısını ve suç örgütlerinin hedeflediği amacı analiz etmektir. Ayrıca, narkoterör kavramına belirleyici bir bakış açısı getirilebilmesi ve bu tehdite karşı verilen savaştaki yaklaşımın değerlendirilebilmesi için suç örgütlerinin faaliyetlerinde kullandıkları enstrümanlar, uyuşturucu kaçakçıları ile teröristlerin müşterek faaliyetlerine dikkat çekmek suretiyle bütün boyutlarıyla ele alınacaktır. Son olarak, devleter tarafından narkoteröre karşı alınmış önlemler incelenecek ve devletlerin sınıraşan suçlarda etkin rol oynaması ve onlara yeni bir anlayış kazandırmak için bir dizi önerilerde bulunulacaktır.” Bu oturumun son konuşmacısı University of Siena, Senem Ertan “Religiosity and Negative Voting Towards Islamist Parties in Turkey” başlıklı tebliğini sunmuştur. Ortadoğu Oturumu Ortadoğu başlıklı Sempozyumun 6. Oturumu İzmir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Tuncay Ege başkanlığında yürütülmüştür. Oturumun ilk konuşmacısı Muş Alparslan Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Kıran “Iran and Turkey’s Relations in the Shadow of Western Word” başlıklı konuşmasında İran’daki siyasal gelişmeleri ve İranla Türkiye arasında mevcut dostane ilişkilere değinmiştir. İran’ın çeşitli alanlardaki örneğin; füze savunma sistemleri ve nükleer sahadaki başarılarından söz eden konuşmacı Iranla Türkiye münasebetlerini sabote etmeye ve baltalamaya yönelik girişimlerin sonuçsuz kalacağını ifade etmiştir. Oturumun ikinci konuşmacısı Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı “Son Siyasal Gelişmeler Gölgesinde Uluslaşamayan Halkların Ülkesi Pakistan” başlıklı tebliğinde şunları demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

16

“1947 yılında kurulduğundan beri pek çok etnik ve dinsel çatışmaların ortasında birliğini korumaya çabalayan Pakistan, uluslaşma evrimini tamamlayamamış nükleer bir devlet konumundadır. Kanlı savaşlara varan komşusu Hindistan’la yaşadığı çalkantılı münasebetlerden ABD ile olan yakın ilişkiye, Afganistan’daki devrik Taliban yönetimine verdiği destek ve halen ülkenin kuzeyinde Taliban örgütüyle yaşadığı çelişkili ilişkiler ve çatışmalarla gündemde olan bir bölgesel güç konumundadır. Pakistan’ın kurucuları İslam dinini yeni kurulan ülkenin birlik unsuru olarak temel aldılarsa da dil, kavmiyetçilik, kültürel miras ve ekonomik farklılıklar ayrılma içgüdüsünün galip gelmesine sebep oldu ve bağımsızlıktan 18 yıl sonra 1971 yılında ülkenin doğu bölgesi Bangladeş adıyla anavatandan ayrılma yolunu seçip bağımsızlığını ilan etti. Hindistan’la yaşadığı kanlı Keşmir sorunu, kuzeydeki Veziristan Bölgesi’ndeki aşiretler ve Taliban hakimiyeti ve güneybatıda Belucistan sorunu gibi etnik hareketler ülkenin birliğini tehdit ederken ülke içinde Şiilere ve Hıristiyan azınlığa yönelik sindirme ve baskı politikası da istikrarsızlığın başka bir veçhesidir. Kısa dönemli demokrasi denemelerine karşın sürekli olarak askeri idareler tarafından şeriat kurallarınca yöneltilmeye çalışılan bu devletin halkı sosyal ve ekonomik yönlerden geri bırakılmış, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır. Ulusal bir kimlik oluşturması sürecinde pek çok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Abbas Karaağaçlı konuşmasının bu aşamasında oturum başkanından izin alarak Bahreyn’de ABD’nin desteği ile Suudi, Birleşik Arap Emirlikli ve Bahreyn güvenlik güçleri ve komandolarınca demokrasi talep eden Bahreyn halkına karşı uygulanan baskıya değinmiş ve şöyle demiştir; Bahreyn halkı günümüzde büyük sıkıntılar ve sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Suudi Arabistan ve bölgenin diğer batı yanlısı halktan kopuk yöneticileri kendi iktidarları ve gelecekleri de tehlikede olduğundan Bahreyn’deki değişim ve demokrasi hareketinden korkmakta ve tedirginlik duymaktadırlar. ABD ise Bahreyn’de meydana gelecek değişim sonucunda Ali-halife yönetiminin devrilmesi durumunda bu stratejik adadaki konumunu yitireceğinden ve askeri üssü ile beşinci filosunun barınma geleceğinin tehlikeye düşeceğinden korkmaktadır. Unutmayalım 1980’lerden sonra Afganistan’da Necibullah yönetiminin mücahit hareketinin karşısında aciz kalıp Sovyet ordularını mücahitleri bastırmak için ülkesine davet ettiğinde başta ABD olmak üzere bütün batı devletleri ayaklanmış Afganistan Devleti ve Sovyetler Birliği’ne karşı cephe almışlardır. O dönemde ABD ve diğer batılı devletler Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini bahane göstererek 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmişlerdir. Ayrıca bütün batılı haber ajansları Afganistan’daki olayları dünyaya taraflı olarak yansıtmış, ABD ve diğer batılı güçler Sovyet yanlısı Afganistan Devleti’ni yıkmak için her türlü askeri ve maddi yardımı yapmışlardır. Bugün Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri askerlerinin Bahreyn’i işgal etmeleri ve doğrudan doğruya halkın Ali-halife yönetiminin diktatörlüğüne karşı baş kaldırmaları farklı bir durum mudur? Arabistan’ın Bahreyn’i işgalinin Sovyetlerin Afganistan işgalinden ne farkı var?”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

17

Oturumun üçüncü konuşmacısı olan Niğde Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. M. Serkan Taflıoğlu “İran İslam Cumhuriyeti Nükleer Enerji Siyaseti” başlıklı yazısında şöyle demiştir: “İran İslam Cumhuriyeti anayasal yapılanmasında devlet başkanı olan cumhurbaşkanı değil, Velâyet-i Fakih makamında bulunan dini ve siyasi lider konumundaki Rehberdir. Bu çerçevede İran anayasasının 57. maddesi yasama, yürütme ve yargı erklerinin Rehber’in tahtı nazarında göre yaptığını açıkça vurgulamaktadır. Aynı şekilde Rehber’in yetkilerini belirten anayasanın 110. maddesinin birinci fıkrası İran İslam Cumhuriyeti’nin genel siyaset ve stratejisini belirleme, savaş ve barış ilanı (5. fıkra), Silahlı Kuvvetlerin üst düzey komutanlarının atanması ve azli (6. Fıkra B bendi) gibi birçok yetkiyi Rehber’in uhdesine vermektedir. Bu bağlamda Küresel ve Bölge siyaseti açısından büyük öneme haiz İran nükleer enerji siyasetini belirleme ve anlamak açısından İran İslam Cumhuriyeti’nin anayasal yapısının anlaşılması son derece önemlidir. İran devleti NPT anlaşmalarını imzalayan bir ülke olarak nükleer enerji kullanımını ve nükleer teknoloji kullanımını kendi Ulusal hakkı olarak görmektedir. Avrupa için İran ve İran Şii jeopolitiğinin hâkim olduğu Basra körfezi doğal gaz ve petrolü, Rusya’ya bağımlılığı kırması açısından, hayati öneme sahiptir. Çin önümüzdeki 30 yılda doğal gaz ihtiyacını ağırlıklı olarak İran’dan temin etmeyi planlamakta bu amaçla İran hükümeti ile birçok ikili anlaşmalar imzalamıştır. Rusya ise Basra körfezi ve Ortadoğu bölgesine en etkin çıkış ve bağlantısı İran’dır. Bu durum İran’a Amerikan ve bazı Avrupa devletlerinin İran’a Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde etkin ambargo kararı alınmasını ve uygulanmasını çok zor hale getirmektedir. Fakat İsrail devletinin İran’ın nükleer güç olma durumunun, İsrail’in kurulduğundan beri karşılaştığı en hayati tehdit olarak ilan etmiş ve gerektiği zaman tek taraflı olarak bunu askeri müdahale de dâhil her yolu düşüneceğini duyurmuştur. Bu durum Küresel ve Bölgesel dengeler açısından tam bir kaos anlamı taşımaktadır. Bu sebeple İran’ın nükleer enerji siyaseti ve bu meselede ortaya koyacağı siyaset ve tutum hem küresel hem de bölgesel açıdan stratejik bir öneme sahiptir.” Oturumun dördüncü konuşmacısı Uşak Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Hüseyin Akkaş “Küresel Diyalogun Demokratikleşmeye Etkileri: Arap Toplumlarına Yansımalar” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir: “Küreselleşme bir süreç olarak toplumları etkilemekte, değerler küreselleştikçe demokratikleşmede yaygınlaşmaktadır. 1970’lerden sonra başlayan demokratikleşme dalgası Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya otoriter toplumları dönüştürmüştür. Bu süreçte toplumsal farklılıklar dikkate alınarak demokrasinin farklı yönetim biçimleri dile getirilmiştir. Demokratikleşmeye küresel etki ise yerel değerlerin popülerleşmesi ve popülerleşen değerlerin diyalog yoluyla küreselleşmesi olmuştur.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

18

Bu çalışma küresel diyalog yoluyla toplumlarda demokratikleşmenin önemini vurgulamaktadır. Küresel düzeyde diyalog arttıkça taraflar sorumluluk almakta, değerler evrenselleştikçe toplumlarda demokrasi talepleri yaygınlaşmaktadır. Mısır, Cezayir, Bahreyn ve Fas gibi ülkelerde otoriter yönetimlere karşı, halkın sokak gösterileri olarak başlayan demokrasi talepleri karşısında otoriter yönetimler reform yapmakta veya yönetimler değişmektedir. Çalışma kapsamında Arap halklarının demokratikleşme taleplerinin yönetimler üzerindeki etkileri değerlendirilecektir.” Oturumun dördüncü konuşmacısı olan İzmir Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Sekine Özten Mert “Islamization of the Middle East: Political Role of Hezbollah and its Islamic Agenda” başlıklı tebliğini sunmuştur. Bu oturumun son konuşmacıları Balıkesir Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Murat Keten ve Arş. Gör. Ömer Faruk Biçen “Ortadoğu Ülkelerinin Yeniden Yapılandırılmakta Olan Küresel Ekonomik Sisteme Entegrasyonu Çerçevesinde Türkiye’nin Rolü” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir: “Dünyada süregelen ekonomik sistemin özellikle son 30 yıl içerisinde sürekli olarak sekteye uğradığı görülmektedir. Kısa aralıklarla birbirini takip eden ana ve artçı ekonomik sarsıntılar mevcut ekonomik sistemin sorgulanmasına neden olmuştur. En son ortaya çıkan 2007-2009 küresel ekonomik kriz ise söz konusu sorgulamaların haklılığını ortaya koymuş ve küresel ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesi gerekliliği, dünyaya yön veren küresel aktörler tarafından çok daha yüksek sesle ifade edilmeye başlanmıştır. Yeniden yapılandırılması düşünülen ekonomik sistemin daha etkin bir yapıya kavuşturulabilmesi ise Ortadoğu ülkelerinin de küresel ekonomik sisteme entegrasyonunu gerektirmektedir. Zaten bu değişimi sağlayacak altyapı, SSCB’nin dağılması süreciyle birlikte küresel ekonomik ve politik aktörlerin bölgeye yönelik yeni strateji arayışları çerçevesinde oluşturulmaya başlanmıştır. Söz konusu strateji arayışları, 2000’li yılların başında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi (GODKA) ile nihai bir yapıya kavuşmuştur. Amaçlanan entegrasyon, Ortadoğu’nun hantal ekonomik yapıdan dinamik bir ekonomik yapıya geçmesini; ayrıca, bölgede çeşitli politik ve kültürel değişikliklerin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, hem bölgeye olan coğrafi yakınlığı ve tarihsel bağları hem de son yarım yüzyıllık süreçte Batılı kurumlarla geliştirmiş olduğu ilişkiler sebebiyle Türkiye’nin çok önemli bir role sahip olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmada, Türkiye’nin üstlenmiş olduğu bu role bağlı olarak bölge ülkeleriyle geliştirmiş olduğu ekonomik ilişkiler incelenecektir.”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

19

Türkiye Ekonomisi Oturumu Türkiye Ekonomisi başlıklı 7. ve son oturum ise İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yıldız Y. Güzey başkanlığında açılarak, oturumun ilk konuşmacısı olan Gaziantep Üniversitesi Turizm Yüksek Okulu, Öğr. Gör. Mustafa Mete’nin “The Role of Trade Policies on Economic Growth in Turkey” başlıklı tebliği ile başlamış ve şöyle demiştir: “Bu makalede ticaret politikaları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki için teorik ve ampirik olarak açıklamaya çalışmaktır. Bu çalışmayla özellikle Türkiye’de 1990-2010 döneminde ticaret politikaların ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmada ekonomik büyüme ile ticaret politikaların arasındaki ilişkiler Regresyon ile nedensellik analizi ile test edilmiştir. Temel bulgulara göre ticaret politikaları oranındaki değişkenliğinin, ekonomik büyüme üzerinde etkisi olduğu sonucu elde edilmiştir.” demiştir. Oturumun ikinci konuşmacısı Bingöl Üniversitesi İİBF, Arş. Gör. Emre Ayna “Yeni Bölgeselleşme Sürecinde Türkiye’de Kalkınma Ajansları” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir: “Yeni bölgeselleşme süreci ile 1980 sonrasında Türkiye’de, en basit anlatımla, serbest piyasa ekonomisine geçilmesi, yabancı yatırımın arttırılması sağlanmıştır. Aslında bu gelişmeler dünya genelinden daha doğrusu dünya ekonomisinden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu değişimin ortaya çıkması bölgesel rekabetin merkezden çevreye kayması olarak değerlendirilebilir. Kalkınma ajansları sisteminin Türkiye’ye girişi de bu sürecin bir sonucudur. Kalkınma Ajansları tam da bu sürecin öngördüğü gibi ekonomik kalkınmanın sağlanması ve sürdürülebilir kalkınmanın geliştirilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ancak gelişmekte olan ülkelere çözüm olarak gösterilen bu kurumlar gelişmiş ülkelerin kalkınmasında ne kadar rol oynamıştır? Bu çalışmanın amacı Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türkiye’de kurulan Kalkınma Ajanslarının Türkiye’deki bölgesel dengesizlik sorununa getireceği öngörülen çözümün değerlendirilmesidir. Bu araştırma, günümüzde mevcut tek ekonomik sistemin varlığını öngören Modern Dünya Sistemi Teorisi çerçevesinde şekillendirilmiştir. Çalışmada tarihsel ve betimsel araştırma yöntemleri kullanılmış, görüşme tekniği kullanılarak Kalkınma Ajansları ile görüşmeler yapılmıştır.” Oturumun üçüncü konuşmacısı olarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Arş. Gör. Aslı Okay, “Türkiye’de Bölgesel Gelişmişlik Farklılıklarının Kadın İstihdamı Üzerindeki Etkisi” başlıklı tebliğinde şunlardan söz etmiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

20

“Kadınların kitleler halinde istihdamı, genel olarak sanayi devrimi ile başlamış bir süreçtir. Genelde vasıfsız olarak ve düşük ücretlerde çalışmaya hayatına giren kadınların, tarihi süreçte vuku bulan teknolojik ilerleme ve buna bağlı olarak gelişen küreselleşme olgusuyla, istihdam oranı artmış ve daha nitelikli işlerde çalışma olanaklarına kavuşmuşlardır. Teknolojik ilerlemenin ve küreselleşmenin çalışma hayatını çeşitlendirmesi ve geliştirmesi; 1970’li yıllardan itibaren “kadınların eğitim düzeyini”, “çalışma hayatında karşılaştıkları güçlükleri” ve “işgücüne katılım oranlarını”, iktisadi tartışmaların önemli gündem konuları haline getirmiştir. Bu gelişmelere ek olarak küresel rekabetin hız kazanması, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilerde, “kadın istihdamını arttırmayı ve kadın istihdamının sorunlarına çeşitli çözümler üretmeyi” zorunlu kılmıştır. Türkiye’de kadın istihdamının piyasadaki konumu ve çalışma biçimi, dünyadaki gelişmelerin paralelinde seyretmekle beraber, özellikle 1950’lerden sonra kırdan kente artan göç, kadının işgücü piyasasındaki varlığını daha da arttırmıştır. Ancak gelişmekte olan bir ekonomiye sahip olan Türkiye’de kadın istihdamının yapısal sorunları halen çözüm beklemektedir. Türkiye’de kadın istihdamının günümüzdeki durumunu, “eğitim, yaş, ekonomik faaliyet ve meslek grubu alt başlıklarında”, Türkiye İstatistik Kurumu’ndan (TUİK) elde edilecek veriler doğrultusunda çeşitli açılardan ele almak, “Türkiye’de kadın istihdamını arttırmak ve kadın istihdamının sorunlarına çeşitli çözümler üretmek” yolunda araştırmacılara faydalı bilgiler sunacaktır.” Bu oturumun son konuşmacıları olan Erzincan Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Zülküf Ayrangöl ve Arş. Gör. Mustafa Tekdere “Ana Hatlarıyla Vergi Afları” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir: “Devletlerin mali fonksiyonlarının yanı sıra yüklendiği iktisadi ve sosyal fonksiyonlarının artması sonucu, artan gelir ihtiyacını karşılamak için başvurduğu en önemli kaynak vergidir. Bu gelir ihtiyacını karşılamada kullanılan araçlardan biri de vergi affıdır. Vergi affı, vergi kanunlarına aykırı hareket edenlere uygulanan idari ve hukuki yaptırımların ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka deyişle devletin çıkaracağı bir kanunla alacak hakkından vazgeçmesidir. Ülkelerin vergi affında esas amacı mali fonksiyonlarını yerine getirebilmek için gelir elde etmektir. Ülkelerin vergi affından gelir elde etmenin yanı sıra, idari, sosyal, psikolojik, teknik ve siyasi amaçları da vardır. Bu çalışmada son mali affa da atıfta bulunarak, mali afların nedenleri ve amaçları açıklanmıştır.” Sempozyum organizasyon kurulu başkanı Prof. Dr. Sabri Teker’in değerlendirme ve kapanış konuşmalarıyla ikincisinde buluşmak üzere başarı ile son bulmuştur.





Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 22
Dün Tekil 1927
Bugün Tekil 530
Toplam Tekil 4066665
IP 18.190.153.51






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























10 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


T rk hakanlar ve T rkmen Padi ahlar devlet i lerinde hatunun fikirlerini st n tutar.
(N ZAM L-M LK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.311 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu