KANAAT ÖNDERLERİ VE TOPLUMU YÜKSELTME GÖREVİ - Mustafa Nevruz SINACI - TURAN-SAM : TURAN Stratejik Ara?t?rmalar Merkezi - http://www.turansam.org









KANAAT ÖNDERLERİ VE TOPLUMU YÜKSELTME GÖREVİ - Mustafa Nevruz SINACI
Tarih: 15.10.2010 > Kaç kez okundu? 3090

Paylaş


Antik Çağ’ın Mısır, Grek ve Lâtin filozoflarından, İslâm’ın son peygamberi Hazreti Muhammed (SAV) Efendimize, oradan kapitalist-emperyalist dessas-düzenbaz İngiliz siyaset adamlarına kadar çokça söylenen bir söz vardır:

“Toplumlar, lâyık oldukları kişiler tarafından yönetilir”

Söz, mutlak bir hakikati ifade etmekte olup; Bazen sorumsuzluk bağlamında, bazen de sorumluluk anlamında kullanılır. Lâkin ağırlıklı kullanım biçimi ‘kamu lehine ve yönetenler aleyhine bireysel tasarruftan kaçınma, görev ve sorumluluktan kaçma veyahut kendini mazur veya masum göstermenin bir yolu” tarzında kullanılır.

Oysa bu, akil insanların, bilgelerin, onur-erdem sahiplerinin ve “eli kalem tutan/ağzı lâf yapan” erbabın vebal ve mutlak sorumluluklarını hatırlatan, ikaz eden bir vecizedir.

MANA VE MUHTEVA

Buna ilâveten, kâinatın (hazreti Adem’den Peygamberimiz Efendimize kadar hepsini şâmil) tek vahiy dini olan İslâmiyet; Cumhuriyet (Cumhur’un/halk’ın kendi kendini idaresi), Demokrasi (yöneticilerin, en emin, akil, namuskâr ve dürüst insanlar arasından hak ve adalet ilkelerine uygun olarak seçilmesi), Lâiklik (‘senin dinin sana, benim dinim bana’ akaidi uyarı yurttaşların dilediklerince inanma (veya inanmama) inandıkları gibi yaşama hürriyeti), İnsan Hakları, Adalet ahlâkı ve Hukuk kuralları çerçevesinde “eşitlik ilkesi, hakkaniyet ve faziletle” yönetilmeleri hususunda alimleri ve amirleri yükümlü, görevli ve sorumlu kılmıştır.

Bu bağlamda devlet adına din, inanç ve icabında mezhep gereği (gayri ahlâki unsurlar ve aleni tahrik olmadıkça) ibadet şekilleri, mabetler, dini ritüeller, din ve inanca dayalı libasa (elbise, giyim/kuşam, kıyafet) devlet karışamaz. Bu mümkün ve caiz değildir. Vukuu halinde, fail, sıfatına müstenit “fiili meşruiyeti” yitirir. Mağdur veya muhatabın meşru müdafaa, karşı koyma, korunma ve men’i müdahale hakkı vardır.

Kaldı ki, “kamu yararı” da bunu gerektirir.

ALİMLER VE AMİRLER (Ulema ve Ümera)

Şüphesiz amirler, (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, belediye başkanları ve mahalli meclis üyeleri) âlimler tarafından tavsiye edilen ve halk “millet iradesi” tarafından, hiçbir baskı, zorlama ve dayatma olmadan seçilenlerdir.

O âlimler ki zaten “sadece hak’ı tavsiye eder ve halkı haksızlıktan men ederler”.

Tavsiye ettikleri insanlar ise; Mutlaka emin, ehil, namuslu ve dürüsttür.

Seçme irade ve eylemini en ziyade etkileyen, mutlaka etkilemesi, yönlendirmesi ve motive etmesi gerekenler ise âlimlerdir. Akil insanlar ile ulemadır. Tam karşılığı olmasa bile, günümüz söylem biçimi ile (ışığını meş’um karanlıklardan almayan, dâhili ve harici bedhah olmayan) aydınlar, lâkin en doğru, isabetli tanım yine de “kanaat önderleri’dir”.

Şu kadar ki; Sadece ve yalnızca; “amirler önünde bel bükmeyen, boyun eğmeyen, hiç kimseye yağcılık, yaltaklık ve yataklık yapmayan, paraya-pula, şan ve şöhrete tamah etmeyen;, Yüce Yaratıcıdan başka kimseye yâr, yardımcı ve kul olmayan, kendini hakka ve hakiki ilme adamış, halkı hak yolunda, hak’ın rızası için, hiçbir ücret, rüşvet, karşılık beklemeden aydınlatan, adalet ve fazilet timsali hazreti insanlar” kanaat önderleridir…

KANAAT ÖNDERLERİ

Kanaat Önderleri, yani âlimler, insani boyut, bilinç toplumu ve doğrusal anlamda dürüst yaşamın çimentosu, insan hakları, adalet ahlâkı, eşitlik ve hukukun teminatıdırlar. Bir ülkede demokrasi, adalet ve hukuk varsa, O’nların sayesinde vardır. Demokrasi, adalet ahlâkı ve hukukun varlığının alâmeti fazilet; Milli birlik, zenginlik, mutluluk, şaibesiz, tam istiklâl, güvenli/garantili istikbaldir. Aydınlık ve emin bir gelecek iyi, namuslu, dürüst ve işinin ehli vatanperver idarecilerin varlığını gösterir.

Bu, özgür bilim, demokrasi ve uzlaşma kültürünün varlık sebebidir.

Dolayısıyla ilim-irfan kurumları (eğitim-öğretim) bozulmadıkça âlimlik bozulmaz.

Eğitim kurumları ve müfredat (ilim) bozulunca, ülkede sahte ulema baş gösterir.

Maskara, dalkavuk, iktidar köpeği, şöhret düşkünü mukallitler oluşur. İlmi hayatı (ilmi hâl’i) bozanda bu nevi dolandırıcı, sahtekâr mazarrattır. İlim, bilime tahvil olsa, bozulsa bile, (gerçekte ilmin bozulumu kati surette mümkün ve kabil olmayıp; bozulan algı biçimi ve ameli, uygulamasıdır) ilimle amel eden âlimin hükmü daima caridir. Üstelik mesuliyeti kat be kat artarak ve katlanarak sürer.

Çünkü ilmi bozanlar daima suret-i hak’ tan görünür.

İlmi insanlara yalan-yanlış intikal ettirenlerin veya şeytani maksatlarla sapkın, fitne, fesatla aktaranların kâffesi melun, menfur, gafletle malul, hıyanet ve dalalet ehlindendir. Ki, günümüzde bunların, çoğunluğu dönme, devşirme, mute, koza, kripto (sahte Türk ve sahte Müslüman) olan, karanlık köşelerinden kin kusan, harici bedhahlar, terör-tedhiş örgütü, hırsız-yolsuz ve soysuzlarla işbirliği yapan 500 kadarına aydın denilmektedir. Bahusus sözde aydınların fikir ve eylemlerine baktığımızda, sahtekârlık, dolandırıcılık, yalancılık, talancılık ve vatana ihanetle müştegil bir güruh oldukları görülür!..

Günümüzde ‘sözde aydın’ ve ‘örtülü ihanet şebekelerinin’ en bilinen işaretleri:

. Ermeni orijinli ve asala patentli terör ve tedhiş örgütü yandaşlığı,

. Türk vatandaşı Kürtleri kapsamayan bir çeşit Kürtçülük,

. Koyu, koşulsuz bir AB yanlılığı ve TC’yi AB’ye jurnalleme alışkanlığı,

. Hz. Ali (RA) ve İslâm’la ilgisiz, ateist/allâvi/yarsanist Alevi’lik sapkınlığı,

. 27 Mayıs’ı milât (!) olarak kabul eden ve kutsayan goşist kabili müzmin solculuk,

. Göreceli ve sürekli milli-manevi, dini-imi ve kültürel (yükselen) değer karşıtlığı,

. Elli yıldır aralıksız süren, kamuya sızma, hortumculuk ve devleti ele geçirme çabası.

Zahiren de olsa, ilmi ancak, zalimler, despot-diktatör, sulta-cunta ve şahsiyet yoksunu, akıl fukarası vesayet sahipleri ile o menfurlara uşaklık eden sözde aydınlar bozabilir.

Amma, âlim “ilim adamı/ulema” iddiasında oldukları halde;

Hükümferma zalimin karşısında hak, hakikat, hukuk ve adaleti haykırmayanın, kuduz köpek kadar hükmü ve haysiyeti yoktur, ilimleri muteber değildir. Adının önünde prof. yazsa bile, ilke, onur ve erdemden yoksun demektir. Zira haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk ve zulme karşı çıkmayanın hükmü “aydın” değil, “dilsiz şeytan’dır”..

GÖREV VE SORUMLULUK

Aziz ve necip halkı; İyi, onurlu, namuslu, dürüst, şuurlu ehil insanları seçebilecek ilim, irfan, sorumluluk ve “bilinç düzeyine” yükseltme görevi “kanaat önderlerine” aittir. Millete vekâleten siyaset yapmak adına kurulu partileri düzeltme, demokratikleştirme, adalet ahlâkı ve hukuka uydurma görevi de.. Zira kanaat önderleri; Haklıya, hak’ının tahakkuk ve iadesini sağlayan, adalet, hukuk ve marifeti iltifatla teşvik eden, zalim’e haddini bildiren ve zulüm karşısında “dilsiz şeytanlar” gibi susmayanlardır.

Şu hakikat, asla unutulmamalı ve mutlaka bilinmelidir ki:

Mutluluk, zenginlik, güvenlik ve huzur;

Ancak ve sadece adaleti ihya ile mümkündür.

Dolayısıyla, “adaletli yöneticiler” vekâleti meşru müftehir (kendileri ile iftihar edilen, gurur duyulan) unsurlar; Adaletsiz yöneticiler ise, yüce yaratıcının lâneti, kahrı gazabı, “masum-müsemma, fakir-fukara, garip-guraba” halkın bedduasına maruz, hırsız-yolsuz; din-iman, ilim-irfan, ahlâk ve fazilet düşmanı ayak takımıdır.

Ankara: 12 Ekim 2010











ORTADOĞU CEHENNEMİ VE

MASUM HALKIN BARIŞ ÖZLEMİ

Mustafa Nevruz SINACI

Genelde Orta Şark biçiminde anılmakta ve tanımlanmakta iken; Terminolojik anlamda ilk kez 1902’de Amerikan deniz tarihçisi ve stratejist A. Thayer Mahan, Avrasya ile Hindistan arasında yer alan bölgeyi ifade etmek için ‘Orta Doğu’ terimini kullanmıştır. Kavram, Avrupa merkezli türetilmiş olması nedeniyle kabul görmüş ve Sanayi devriminden bu güne, “Avrupa Kıtası” ile Uzakdoğu arasındaki bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Avrupalı tarihçiler ile Coğrafya bilimcilerine göre Anadolu’da bir Orta Doğu toprağıdır!..

Söylemi siyasi bir kavram olarak irdelediğimizde Orta Doğu’nun diğer birçok kavram gibi batı odaklı ve sübjektif bir kavramlaştırmanın eseri olduğunu görürüz. Dünyanın en eski ve en ilkel (insani yönden mutasyona uğramış) sömürgeci, dolandırıcı/sahtekâr ve hırsızlarları olan vahşi Batılılar, Avrupa’yı dünyanın merkezi olarak ele alıp, diğer bölgelerin bu merkeze olan uzaklıklarına bakarak “yakın”, “orta”, “uzak” şeklinde kategorize etmişlerdir.

Orta Doğu ile Yakındoğu coğrafyasının tarih boyunca hangi açıdan bakılırsa bakılsın önemli bir coğrafya olduğu görülür. Orta Doğu dünyanın en eski ve önemli medeniyetlerine analık, yataklık ve kaynaklık eden medeniyetin doğduğu yerdir. Nitekim dünyada ilk yerleşim alanlarının ortaya çıktığı coğrafya Mezopotamya’dır. Ön Türk damgası taşıyan ilk devlet, ilk siyaset, ilk toplumlar, ilk askeri düzen, ilk buluşlar ve nehir eksenli ilk düzenli yerleşimlere örnek teşkil etmektedir. İlk yazılı hukuk belgeleri, tarım, ticaret ve şehircilik burada ortaya çıkmıştır. Medeniyet denildiğinde ilk akla gelen en önemli unsurlardan biri de yazıdır ve yazının bulunduğu coğrafya da Orta Doğu’dur.

İlk alfabe, ilk rakamlar ve ilk yazılı anlaşma Orta Doğu coğrafyasının ürünüdür.

Özetle; Tarih bu coğrafyada başlamış ve bu coğrafyada da yazılmıştır. Orta Doğu aynı zamanda insanlığın en çok sınandığı ve binlerce (dünyada en çok) Peygamberin gönderildiği netameli bir yerdir. Sodom ve Gomore, Lut ve Hut kavmi gibi tarihin en ahlâksız ve sapkın kavimleri bu coğrafyada hüküm sürmüşlerdir. Hâsılı bugün olduğu gibi dünü de cehennemdir.

Bunların günümüze kadar intikal tohum ve torunları b.İsrail, Filistin kavmi, Berberi, Habeş ve Araplardır. Adem A.S.’dan sonra 2. Ata Hazreti Nuh Peygamber sürecinde, Hz. İbrahim ile oğlu İsrail (Yakup)’in oğulları olup; Kendilerinin Yasef dedikleri Yusuf’un soy kütüğüne mensup Türk milleti ile Arap-Filistin ve İsrail halkının hiçbir yakınlığı ve akrabalığı yoktur. Zaten bahusus kavimlere on binlerce Peygamberin gönderilme nedeni de; Son derece geçimsiz, istikrarsız, istikametsiz, arsız, kötülük ve ahlâksızlığa pek yatkın olmalarındandır.

Petrol kaynaklarının % 60’ını barındıran bir alan, çok önemli bir geçiş noktası, kutsal toprakların bulunduğu bölge olması ve önemli suyollarının bu coğrafyada yer alması; Orta Doğu’yu stratejik açıdan önemli kılmakta; Bu da tüm dünyanın gözlerinin bu bölge üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmaktadır.

Bu ne nedenlerden dolayı Orta Doğu, hem “sahipsiz ve kimsesiz” hem de “hısımı, akrabası çok” olan antimonik (paradoksal) bir coğrafyadır. Tarih boyunca “Orta Doğu adına Orta Doğu için” söylemi bu hısımların mottosu haline gelmiştir. Bunca hısım akrabanın, bu kimsesizin sahip olduğu mirasa göz koymuş olması da Orta Doğu denilince akla bin türlü sorun gelmesine neden olmakta; “Küresel ve bölgesel seviyede de, Orta Doğu her an yüksek derecede, geniş kapsamlı sorun potansiyeline sahip bir bölge olarak önümüze çıkmaktadır.” Bölgedeki her sorun için de “karışanı da karıştıranı da çok” dememiz uygun düşecektir.

Orta Doğu’da tarihten günümüze sorunlara baktığımızda; Türkiye açısından, 1. Dünya Savaşı ihanetleri, Türk düşmanlarına yardım ve yataklık, Ermeni-Kürt ve Süryani unsurlarını kullanarak bölücülük, Avrupa ve ABD destekli isyanlar, Türk milleti aleyhine iftira, tefrika, mezhep ve nesep kavgaları; Cumhuriyet döneminde, Anadolu’dan zuhur bütün anarşi, terör-tedhiş, din, iman ve İslâm karşıtı suç unsurlarına, ASALA dâhil yardım/yataklık!...

İktisadi anlamda öne çıkan sorunlar ise: Kalkınma, Petrol ve Su Sorunu..

Dolayısıyla 1900’lü yıllardan bu yana, sorunlar sarmalı ile birinci derecede muhatap;, ıstırap-çile, korku-elem-keder, aç-açık-açlık-yokluk, kıtlık, sefalet ve cehalet içinde kıvranan, zavallı, talihsiz bir halk!.. Arapların ekseriyeti, Filistin halkının %99’u ve bir kısım İsrailli…

Yıllardır cevabı aranan soru şu: Ortadoğu’ya barış gelir mi? Gelirse nasıl gelir

Bölgede çekilen çileye, derin ıstırap ve cehennemi hayata, yerel masum halkın, İslâm âlemi ve insanlığın barış özlemine, istemine, ızrar ve ısrarlı talebine rağmen!..

Din tüccarı ‘baronlar’, küresel ‘domuzlar’ ve bölge yöneticisi ‘piyonlar’ ne yapıyor?

İBRET İÇİN BAKIN:

ABD Suudi Arabistan’dan sonra İsrail`e milyarlarca dolarlık silah satıyor!

ABD, S. Arabistan'la 60 milyar dolarlık silah anlaşmasının üzerinden henüz bir ay bile geçmeden, ikinci büyük silah anlaşmasını İsrail'le yaptı. İsrail, Türkiye'nin de ortağı olduğu F-35 savaş uçaklarını satın almak için 2.75 milyar dolarlık anlaşma imzaladı. Tanesi 100 milyon dolara mal olacak 20 uçağın İsrail'e 2015'le 2017 arasında teslim edilmesi bekleniyor.

İsrail, Ortadoğu'da savaş kabiliyetini geliştirmek için ABD'den F-35 savaş uçağı satın almak için uzun zamandır görüşmelerini sürdürüyordu. ABD ile İsrail arasındaki görüşme dün New York'ta anlaşma ile sonuçlandı. İsrail Savunma Bakanlığı yetkilisi Ehud Shani ile ABD Hava Kuvvetleri Uluslararası İlişkilerden Sorumlu İkinci Komutanı Heidi Honecker Grant'ın imza attığı anlaşma, Ortadoğu'da daha hızlı silahlanmanın önünü de açmış oldu.

Anlaşmadan sonra bir açıklama yapan İsrail adına yetkili Ehud Shani, "Bugün İsrail'in bölgedeki askeri gücünü üst seviyeye çıkarmak için çok önemli bir adım atıldı. Bu anlaşma ile ekonomiye önemli para akışı olacak ve ekonomik büyümenin devamı sağlanacak" dedi. İsrail ile ABD arasındaki F-35 anlaşması sonrası bir açıklama da İsrail'in Washington B. Elçisi M. Oren'dan geldi. Oren, "Dünyanın en gelişmiş savaş uçağı F-35'le İsrail savunma kabiliyetini üst seviyeye çıkaracak. Bu adımla Ortadoğu'da tek veya bir grup tarafından gelen tehditlere karşı kendini daha iyi savunacaktır" dedi.

ABD, kısa bir süre önce Suudi Arabistan'a tarihinin en büyük silah satışı anlaşmasını imzalamıştı. 60 milyar dolarlık anlaşma çerçevesinde Suudi Arabistan'a onlarca F-15 savaş uçağının yanı sıra Apache, Blackhawk ve Little Bird helikopterleri satılacak. Ancak Suudi Arabistan'ın aldığı F-15 savaş uçaklarının F-35'lere göre savaş kabiliyetinin çok daha düşük olduğu belirtiliyor. F-35 savaş uçaklarının savaş kabiliyetinin geliştirilmesi için hala Ar-Ge çalışmaları devam ediyor. Bu savaş uçaklarının, İsrail'den radara yakalanmadan İran'a ulaşabilme kapasitesi bulunuyor. Radarda görünmezlik dışında, sesten hızlı uçabilme, kısa kalkış ve dikey iniş özelliklerine sahip bulunuyor.

TÜRKİYE DE F-35 PROJESİNE ORTAK:

Türkiye JSF (Joint Strike Fighter) projesine 12 Temmuz 2002'de yedinci uluslararası ortak olarak katıldı. Türkiye yapacağı F-35 üretimi ile ilgili olarak karşılıklı anlayış muhtırası imzalamıştı. Türkiye 116+18 adet F-35A "CTOL/Hava Kuvvetleri (Geleneksel kalkma ve inme) versiyonu" siparişinde bulundu ve bu uçaklar için 11 milyar dolar ödeyeceğini açıkladı.

Türkiye'ye satılacak uçakların motor bölümü ve bazı kısım parçaları Türkiye'de üretilecek. İlk F-35 teslimatının 2014 yılında yapılması planlanmakta.

Türkiye'nin de ortağı olduğu, radarda görünmeme özelliği ile hayalet uçak olarak anılan son nesil savaş uçağı F-35 geçtiğimiz Mart ayında ilk dikey iniş testlerini yapmıştı. ABD savunma sanayi şirketi Lockheed Martin, F-35'in, Maryland Donanma Üssünde, havada bir dakika kadar sabit kaldıktan sonra, dar bir alana dikey iniş yaptığını açıkladı. L. Martin tarafından üretilen ve ''hayalet uçak'' F-35B Şimşek II, kısa kalkış ve dikey iniş (STOVL) testleri ABD’de Deniz Kuvvetlerine ait Patuxent River Üssü'nde yapılmıştı. F-35B Şimşek II, radarda görünmezlik dışında, sesten hızlı uçabilme, kısa kalkış ve dikey iniş (STOVL) özelliklerine sahip bulunuyor.

Şimdi, soruyorum: Ortadoğu’ya barış bu kafayla mı gelecek?..

Ankara, 14.10. 2010

PROVOKATİF BİR ‘Türkiye Analizi’ VE GERÇEK (1)

Mustafa Nevruz SINACI

Yabancı gözüyle “Türkiye Analizi” konulu bir çalışma içeren mail, bana Eylül ayının başında en az 100 kanaldan geldi. Bunlar arasında fevkalâde itimadı şayan, güvenilir isimler ve muteber gruplar vardı.

“…LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier’den; Türkiye analizi!..”

Mezkür analizi çok dikkatle okudum, inceledim ve değerlendirdim.

Şüpheli, maksatlı, kindar ve provokatif bir içerik, ağır tahrik ve ustaca bölücülük!..

Analizin kurulumu kurnazca ve şeytani, bir Anadolu deyimi ile “puştluk” kokuyor..

Gerçek anlamda bir yabancının, Türk olmayan ve fakat Türkiye ve Türk halkı hakkında epey malumat sahibi bir kişinin hazırlayacağı cinsten!..

Aşağıda (belki bir kere daha) okumak zahmet ve külfetine) katlanacağınız üzere; Ülkemizde var olan ve yıllardır karşılıklı anlayış, (sıradan bir ‘vahşi’ batılıyı kıskançlıktan çatlatacak kadar) tolerans, hürmet, muhabbet, sevgi ve barış içinde yaşayan kişi, kimlik ve unsurları “potansiyel azınlık” ihsası ile adeta tahrik ve düşmanlığa teşvik ediliyor.

Stratejik kurulumlu ve hedef kitle bombardımanı (psikolojik saldırı ve asimetrik savaş) niteliği taşıyan bahse konu analizde; ana dil, din, etnisite, ekonomik, sosyal-siyasal ve kültürel formlar arasında derin bir uçurum yaratma, sanaldan esasa doğru kitleleri ayrıştırma ve çözme çabası gözleniyor. Fakat bütün bu öğeler, fitne/fesat ve tefrika tohumları adeta parlak bir barış önerisi, basiretli bir tedbir tavsiyesi gibi ustaca dizelenmiş!..

Sırf iyiliği geliştirsin ve kardeşliği pekiştirsin diye bu “ibretlik” analizi üyesi olduğum 500 grup ve 2000’e yakın WEB sitesi, blog ve elektronik gazetede yayınladım. İnanılır gibi değil ama fevkalade “sağduyulu” tepkiler, makul-mantıklı ve tavsiyeler içeren sonuçlar aldım.

Örnek: Bunlardan sadece bir gazetede “www.bilgiagi.net” de yayınlanan yorumlar:

İbrahimî Feyzullah YALÇIN;

“1. Gurup ülkenin %80′ine yakın, 2. Gurup ülkenin %20′si;

1. Gurup dünyaya açıldı, bilişimde önemli bir seviyeye geldi, çocuklarını okutuyor ve kitap okuma faaliyetine de başladı (son yıllardaki yayınevleri performansını değerlendirin bunu göreceksiniz)…

2. gurup, hiçbir zaman köklü bir kitap okuma, bilgilenme yoluna girmedi (daha çok benliklerini şişiren kitaplar okudular ve okuyorlar)… 1. Gurup bilinçlendi ki, darbe anayasasının yetersiz olduğunu ve dolayısıyla özgürlüğün kısıtlı olduğunu düşünüyor.

2. gurup bu ülkeye üçüncü dünya ülkesi olmasını salık vern bir anayasanın değiştirmesini istemiyor., 1. Gurup ta artık, sosyal aktivitelere katılıyor, konserlere, maçlara gidiyor

2. gurup bu tür aktivitelerin kendine münhasır olduğunu düşünüp hırçınlaşıyor.

Bunları akşama kadar yazabilirim, ama gerek yok; herkes, çoğu şeyi biliyor bu ülkeyle ilgili

güzel bir yazıydı Mustafa bey, Teşekkür ederim! Ekim 7th, 2010 at 09:18”

Uğur ÖZALTIN;

“Ben böyle bir iki grubun son kez kapışacaklarına asla inanmıyorum. Kapışmayacaklar barışacaklar ve birbirlerini anlayacaklar. Temel kriterlerde buluşacaklar. İçki içenler de ramazan ayıda oruç tutuyor, namaz kılanlar da tiyatroya gidiyor. Ülkemizde Türk-kürt kavgası büyümez ve bir anlaşma yolu sağlanabilirse ülkemin önü çok aydınlıktır. Fakat bu konsesus sağlanamazsa işte o zaman işler çok karışık ve ufukta bir iç savaş tehlikesi her şeyi mahvedebilir. Allah yardımcımız olsun. Önümüzdeki 2-3 yıl içinde Yunanistan ile ege kıta sahanlığı sorunlarının hortlatılacağını tahmin ediyorum. Kürt sorunu atlatılırsa 2. sorun o olacak gibi bence. Ekim 7th, 2010 at 16:13”

İbrahimî Feyzullah YALÇIn;

“Harikasın uğur Ağabey! Ağzına sağlık! Hassas ve haysiyetli, rikkatli ve dikkatli bir yaklaşım! Ekim 7th, 2010 at 16:53”



Uğur ÖZALTIN;

Sayın Mustafa Nevruz SINACI;

Sevgi saygı ve hürmetler bizden size fazlasıyla ve çok teşekkür ederim samimiyet ve dostluğunuza., Zor günler hep bu halkı birleştirmiştir ve tüm kalbimle inanıyorum ki, ülkemde atan her kalp kendince her ne kadar kişisel hatalara sürüklenmiş olsa da işler memleket sevdasına ve varlık yokluk kavgasına gelince her zaman dış mihraklara haddini bildirmiş ve gerekli cesareti gönlünde hep bulmuştur. Tüm kalbimle inanıyorum ki bu memleket batmayacak bölünmeyecek tam aksine genişleyecek büyüyecektir. Anadolu halkı asla ana toprağına nankörlük etmeyecektir. Birleşeceğiz, her siyasi fikir memleket davasında birleşecektir. İbrahim Feyzullah kardeşime de sevgi ve selamlarımla.,

Ekim 7th, 2010 at 21:21”

Ben yazıyı ve yazarı çok aradım, araştırdım.

Fakat çok ısrarlı olmama rağmen cevap alamadım.

Fakat, Habip Hamza Erdem bey, (isnat edilen) muhabire ulaşmayı başarmış ve cevap almış. Le Monde Muhabirinden aldığı cevap şu:

“Sayın Erdem,

Eğer yüzlerce internet sitelerinde dolanan “Le Monde Türkiye muhabiri Guillaume Perrier’nin Türkiye analizi” bașlıklı makalenin orijinalini arıyorsanız;

BU BÜYÜK BİR SAHTEKARLIKTIR!..

Söz konusu olan Ahmet Altan’ın 2007’de Gazete’mde yayımlanan bir makalesinin kopyasıdır. 2007’de Dünya Kamuoyu sayfalarında yer aldı. Bilgi kirliliği yayan siteler Ocak 2010’da o yazıyı benim adımla yeniden yayımlamaya bașladılar ve o gün bugündür de devam etmektedir. Bu büyük bir yalandır. O nedenle makalenin orijinalini bulamıyorsunuz. Yakında görüşmek dileği ile.., Guillaume Perrier 11 Ekim 2010

“Bonsoir, Si vous cherchiez l'original d'un article qui a circulé sur des mails et des centaines de sites internet avec la mention: Le monde Türkiye muhabiri Guillaume Perrier'den Türkiye analizi... C'EST UN HOAX! Il s'agit d'une copie d'un article écrit par Ahmet Altan dans Gazetem en 2007, publié dans les pages Opinion du Monde en 2007. Des sites de pseudo information ont republié ça avec mon nom en janvier 2010 et régulièrement depuis. C'est un grossier mensonge. C'est pour cela que vous n'avez pas trouvé l'original. A bientôt

Guillaume Perrier 11 October 2010” (1)

Şimdi “mezkür” analizi bu gerçekler ışığında bir kez daha okuyun lütfen!..

Elbette, okumak isterseniz ve/veya eğer okumamışsanız!..

“Analiz, kimilerine göre ‘Türkiye’nin yakın gelecekteki suluboya resmidir.’ Bu nedenle analizi bilgilerinize sunmak ve sizlerle paylamak istedim.

İşte: LE MONDE Türkiye Muhabiri Guillaume Perrier’den;

Türkiye analizi!..

“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.

Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor.

Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.

Bu artık iyice keskinleşti.

Bir yanda; ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yasayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç kari koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var!...

Diğer yanda ise;





PROVOKATİF BİR ‘Türkiye Analizi’ VE GERÇEK (2)

Mustafa Nevruz SINACI

Kız lisesi-Kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden;, Çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan;, Evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman;

Kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendisini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup var…

Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk...

Onları, Batı’daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı… Hattâ birbirine düşmanca.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış.

Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi.

Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.

İkinci grup ise azınlıkta…

Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yok.

Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.

Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor. Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip…

Eğer, birinci grubu desteklerse ve batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.

Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor.

Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.

Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malini diş dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.

İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık.

Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.

Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim..

Devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri!.

Yargı, ordu ve bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında…

Bu İkinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözüm peşinde!..

Mevcut Cumhurbaşkanı’nın seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor.

Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor.

Cuntalardan söz ediliyor.

Peki, darbe olursa ne olur?

Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir. Fakat, Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika’nın önünde de ciddi engel var.

“Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz.

Ve Irak faciasından sonra ikinci bir “zorlamayı” gerçekleştirecek gücü yok.

İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.

Silahını ve parasını Batı’dan alan bir ordu ve ülke, Batı’dan koptuğunda ne yapacak?

Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular.

Türkiye’de darbe olursa!

Dünya, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş, yeni bir oluşumla karşılaşacak.

Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve Iranla ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak.

Rusya’yla Iran ‘ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.

Ama Rusya-Türkiye- Iran bloku. Dünyanın bütün dengelerini değiştirir.

Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir.

Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.

Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar.

Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar.

Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir.

Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir bicimde azaltır.

Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir.

Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.

Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.

“Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz. ..

Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin.

Ama, ya olursa... ki.... bana çok mümkün geliyor.

O zaman ne yapacaksınız?

Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da...

Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, Eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da...

Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da... Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.

Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.”

Şimdi nihai yorum ve değerlendirme size ait!..

14 Ekim 2010 Perşembe

(1) (LE MONDE’daki “Türkiye Analizi’ni” kim yaptı? 12.10.2010, Habip Hamza Erdem, mail: habiperdem@live.fr İlân: CTO, Cihan Türk Olsun, cihan – turk – olsun @ googlegroups . com topluluğu)



























ŞİMDİ HATIRLAMA VE HATIRLATMA ZAMANIDIR

Mustafa Nevruz SINACI

Dönem itibarıyla, ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar yoğunlaşmış, uygulanan menfur senaryolar belirginleşmiş, dâhili hain, dönme ve devşirmeler, harici bedhahların (dış düşman ve işbirlikçilerin) desteği ile “içinde Türk ve Müslüman bulunmayan, bölünmüş / parçalanmış bir Türkiye” heves ve ihtirası adeta hezeyan halini almıştır.

Bu heves, heyecan ve hezeyanı pompalayan, ayrımcılığı teşvik ve tahrik eden işbirlikçi faşist, anarşist, terör ve tedhiş yanlısı (Marksist-Leninist, goşist ve komünist) totaliter unsurlar Batı ile tam bir uyum, anlayış ve işbirliği içinde. Batılılar (AB) ise, bu tür icraatları heyecanla tasvip, tercih ve teşvik ediyor!.. Ancak, yine “ucu açık oynuyor” ve Türkiye’yi asla aralarına almak istemiyorlar. Bütün heves ve ihtirasları, minimum üç, maksimum 47 parçaya bölünmüş bir Ortak. Bunun altyapısı zaten oluşmuş ve anlaşmalar tasvip görmüş durumda!..

ŞİMDİ HATIRLAMAK GEREK!..

Mustafa Kemâl Atatürk niçin, yaşam biçimi, Kültür ve içsel medeniyet yönünde değil; Endüstriyel ve teknik, sanayi ve ticaret istikametinde ilerleme-gelişme yanlısı bir “batı’cı” idi. Yani, açıkça, “mütekabili kabil ilişkiler dışında” batı karşıtı idi. Fanatik, zeka düzeyi düşük ve özgüvenini yitirmiş haymatlos ruhlu bedhahların Batı taklitçiliğinden tiksinir ve nefret ederdi.

Ancak, ne yazık ki 1938 sonrası Halk Partisi bunun tam tersini uygulamaya çalıştı.

Özellikle ikinci dünya savaşı sırasında yaşanan gerilimden de yararlanarak, ülkemize din, iman, Türk Milliyetçiliği ve milli devlet karşıtı fesat, nifak ve insanlar arasına düşmanlık tohumları ekti. Varlık Vergisi yoluyla soyulan, malları gasp ve talan edilen vatandaşın cebren elinden aldıklarını depolamak bahanesiyle Camileri kapattı. İmam Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakültesi ilga edildi. Kuran okumak, taşımak, dağıtmak, satmak ve bulundurmak yasaklandı. Otantik Grek ve Lâtin kültürü ile muharref İncil ve türevlerinin yayılması alenen teşvik edildi.

Atatürk zamanında hayatın her yönünde inkişaf eden milli-manevi ve dini değerlerin, birey olarak insanlara bahşettiği yaşama sevinci;, Hayata ve devlete yeniden sımsıkı tutunma, tarihte olduğu gibi tekrar bir cihan devleti yaratma;, Kokuşmuş, iğrenç ve korkunç, kan emici emperyalizmi dünyadan silip atma heyecanı, Vahşi Batı ve içimizdeki melun ve meş’um batı yanlılarını paniğe sürükledi...

GAFLET, DALALET VE HIYANET!..

Gaflet, dalalet ve hıyanetin hüküm sürdüğü, yaklaşık 12 yıllık istibdat döneminde, işte bu günün mürai, sahte Müslüman, din tüccarı, yalancı-talancı, üçkâğıtçı, milli-ilmi ve manevi değerler fukarası kadük neslin ana ve babaları yetişti. “Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz” misali, bu hali gözleyen kripto, dönme, devşirme ve sabolar adeta bayram ettiler. Sonuç, bu gün yaşanan bunalım, kronik krizler, insanların aleyhine dönen rejim, kaos ve buhran!.. İlk olarak din, inanç, mezhep ve tarikatlar; Sonra etnik kök, kült, ana dil ve sair menfur maksatlar ve illetlerle milleti birbirine düşürme, kardeşi kardeşe vurdurma, düşmanı sevinçten çıldırtma çabası!. Bu, tam bir gaflet, ilim-irfan ve medeniyete ihanet ve ancak şeytan kulu Ebu Cehil’in tasvip edilebileceği büyük bir “vatana ihanet” furyasıdır...

OYSA!.. Burada şu gerçeğin altını önemle çizmek gerek:

Kâinatta var olan ilk ve tek din İslâmiyet’tir. İslâm’ın şanlı Bayraktarı olan ve O’nu cihana yayan ve insanlık âlemine duyuran Türk milletidir.. Bu ve benzer pek çok nedenle, “her Türk Müslüman’dır. Müslüman olmak ve Müslüman kalmak zorundadır.” Aksi takdirde Macarlar, Bulgarlar ve daha nice örnekleri gibi Türklükten uzaklaşır, yozlaşır. Çünkü insan fıtratına uygun olan tek ilâhi kaynak ve din İslâmiyet’tir.

Ancak Türk milleti, dininden ve diyanetinden uzaklaşmakla bunun bedelini çok ağır bir biçimde ödemiştir. Milli şairimiz merhum M. Akif Ersoy’un dediği gibi ‘toparlanmaz ve kendine gelmezse eğer’ daha da bedel ödemeye devam edecek ve muhtemeldir ki; sonunda ödeyecek bir şeyi de kalmayacaktır. İşte felâket budur.

MEHMET AKİF ERSOY’U ANLAMAK GEREK

Mustafa Nevruz SINACI

Merhum, Milli Şair Mehmet Akif Ersoy, Mustafa Kemal Atatürk zamanında ibretlik bir Avrupa seyahati yapar. Dönüşünde ‘orada ne gördün, ne buldun’ diye sorulur. Cevap çok açık, etkileyici ve manidardır: “-Biz İslâm’a inanıyoruz, ama yaşamıyoruz. Onlar İslâm’a inanmıyorlar, ama İslâm’ı yaşıyorlar” der. Diğer bir deyimle onlar; Sünneti İlâhiyi çözmüş ve yaşam boyutuna geçirmişler. Biz ise, sünneti Resulü dahi anlamaktan ve yaşamaktan aciz ve zavallı bir haldeyiz.

Ne kötü, ne acizlik, ne zeval.. Daha da doğrusu-açıkçası:

Bu günkü AB’ye baktığımızda, Türkiye zaviyesinden çok gerici, maddeci, mürteci ve yobaz görünmektedir. Avrupa, tıpkı Atatürk’ün Türk milletine tavsiye ettiği gibi dindardır. Hem de tahrif edilmiş, bölünmüş, parçalanmış, şeraiti Muhammedi’nin gelmesi ile birlikte ilahi hükmü ve hayatiyetini yitirmiş, bâtıl ve inzal olmasına rağmen!.. Her ne olursa olsun batı artık din olmaktan çıkmış, bu muharref öğretiye zorla veya içtenlikle yahut taklidi bir tarzda sahiptir. Hem de, ekseriyetle samimi olarak sahiptir. Amerika, yüce yaratıcının adını doların üstüne yazmıştır. Bunların karşısında komplekse düşen, panik yapan ve panik yaratan din, iman ve ahlâk fukarası kesime, Atatürk’ün din, ahlâk, lâiklik, kadın ve aile hakkında vazettiği bazı vecize ve Türk milletine ‘vasiyet’ niteliği arz eden sözlerini hatırlatmak isterim:

GAZİ MAREŞAL, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DİYOR Kİ:

1- Mânevi kuvvet, özellikle ilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir.

2- Allah birdir. Şanı yücedir. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Allah (CC) tarafından insanlara, dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’da ki; anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Allah’tır. (1923-Atatürk’ ün S. ve D., Cilt: 2 – Türk İnkılâp Tarihi Ens. Yayını, 1952)

“Hazreti Peygamber Efendimiz, bütün Müslümanların ve kutsal kitap sahiplerinin bildirdiği üzere, Allah tarafından dini gerçekleri insanlık dünyasına duyurmaya ve anlatmaya memur edilmişlerdir ve ismi peygamberdir. Yani, haber ulaştırmakla görevlidir. Ulu Allah, Kur’an-ı Kerim’inde kendisine emirlik, saltanat ve taç vermiş değildir. Hükümdarlık vermiş değildir. Peygamberlik vazifesi ile gönderilmiştir. Tabiatıyla, gerçek vazifesini tamamen kavramış olan Cenab-ı Peygamber bütün dünya insanlarına O’nu duyurdu. Mutlaka ve hepinizce bilinmesi lâzımdır ki, o devirde, meselâ doğuda bir İran devleti, kuzeyde bir Roma İmparatorluğu vardı. Diğer teşkilâtı ve kurulu devletler vardı ve Cenab-ı Peygamber (bu) devletlere gönderdiği peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki; Allah bir ve ben O’nun tarafından, size gerçeği anlatmakla vazifeliyim. Hak Dini, İslâm dinidir. Ve bunu kabul ediniz... Ve hattâ ilâve etmiştir, Ben size, Hak Dini’ni kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki, sizin milletinize, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz, hangi hükümet şeklinde, hangi durumda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır. Yalnız hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz. (1923-G. M. Kemal Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan-Türk Tarih Kurumu, 1982)

DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN İKİ MESELE:

1. Seyahat dönüşü ‘muzaffer Avrupa’ hakkında ne diyor Mehmet Akif: “Biz İslâm’a inanıyoruz, ama İslâm’ı yaşamıyoruz. Onlar İslâm’a inanmıyorlar, ama yaşıyorlar.” Peki: İslâm’ı yaşamak ne demek? Milletçe mamur, müreffeh zengin ve mutlu olmak demek!.

2. İslâm Peygamberi, çağın devlet reislerine gönderdiği mektupta ne diyor? “Ben size, Hak Dini’ni kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki, sizin milletinize, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz, hangi hükümet şeklinde, hangi durumda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır. Yalnız hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz.”

Şimdi tefekkür edin ve düşünün bakalım!...



***///***



***Bu makaleler; yazılı, görsel ve işitsel medya’da “yayınlanması”, mümkün olduğu kadar, adres defterinizde kayıtlı dost ve arkadaşlarınıza “dağıtım yapılması” ricası ile gönderilmektedir. Teşekkürler. Selam, dua, sağlık ve başarı dileklerimizle,



DİKKAT!.. İletişim için :: e.POSTA :: gercek.demokrat@hotmail.com



______________________________________________

e.POSTA : gercek.demokrat@hotmail.com

WEB : http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com,

POSTA : PK, 118 [ 06 442 ] Yenişehir/ANKARA

LÜTFEN DİKKAT: Kaynak göstermek şartıyla yazılar yayına izinlidir.











* Aman!.. Devlet sanayide bulunmaz, üretmez, ticaret yapmaz diyen; özelleştirme delisi “yalancı, talancı, hırsız-yolsuz, soysuz, koza, kripto, üçkâğıtçı, peşkeşçi bedhahlara” inanma, aldanma, kanma!.. Zira “AB de devlet işletmelerinin ekonomideki ortalama payı % 42; İsveç, Norveç ve Danimarka'da % 61'dir.” (2009 istatistik ve ansiklopedik veriler)



* "Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların; kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek, bilmek ve ona göre davranmak dikkatinden, bir an dahi vazgeçmesin!" (Mustafa Kemal Atatürk)



* BİL’Kİ!.. Türk İnsanı “altın değerinde” nadirden bir cevherdir. Işığa tut bak; içinde Ata-Türk, namuskârlık, doğruluk, dürüstlük, diğerkâmlık, sencillik, adalet ahlâkı, bilgelik, dindarlık ve olgunluk, onur-erdem, ilke yoksa!, kesinlikle ve mutlaka sahtedir. (2002, Mustafa Nevruz SINACI)



* Cumhuriyet fazilettir, erdemdir; Fazilet'i ahlâki'ye müstenit bir idare şeklidir. Cumhuriyet; Fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli; Seciyeli, seviyeli, yüksek ahlak ve kavi (sağlam) karakterli muhafızlar ister. (14.10.1925, Gazi Mustafa Kemal AtaTürk)



* Yeryüzü ve kâinatta; En hakiki mürşit İlim; en değerli varlık İnsan ve en büyük eser Kültür’dür. Kültür: İnsanlık, iyilik ve adalet adına “doğrusal yönde” gelişen emeller, inşâ edilen eserler, yükselen değerler, bilim, teknoloji, bireysel ve toplumsal yaşam biçimi; yani medeniyettir. (2001, İKO Söylevi, Mustafa Nevruz SINACI)



* Türk demek: Türk’çe düşünmek, Türk’çe konuşmak ve Türk’çe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene… (Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk)



* İyi, namuslu, dürüst; onurlu, sorumlu ve ‘gerçek demokrat’ olan kazansın…









Yorumlar









Aktif Ziyaretçi 52
Dün Tekil 1505
Bugün Tekil 1430
Toplam Tekil 4076211
IP 18.221.222.47






TURAN-SAM PRINTED ISSN: 1308-8041
TURAN-SAM ONLINE ISSN: 1309-4033
Journal is indexed by:





























16 Sevval 1445
Nisan 2024
P
S
P
C
Ct
P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30


T rk milletindenim diyen insanlar her eyden nce ve mutlaka T rk e konu mal d r.
(Mustafa Kemal ATAT RK)


Ekle kar









Anasayfa - Amaç - Hedefimiz - Mefkuremiz - Faaliyetler - Yönetim - Yasal Uyarı - İletişim

Her Hakkı Saklıdır © 2007 - 2023 TURAN-SAM : TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi
Sayfa 1.096 saniyede oluşturulmuştur.

TURAN-SAM rssTURAN-SAM rss
Google Sitemap

"Bu site en iyi mozilla firefox'ta 1280x960 çözünürlükte görüntülenir."

Turan Portal v1.3 | Tasarım TURAN-SAM , Kodlama Serkan Aygün

Turan Nedir?, Bilimsel Dergiler, En popüler Bilimsel Dergi, Endeksli Bilimsel Dergiler, Saygın Bilimsel Dergi, Türk Dünyasının en popüler ve en saygın Bilimsel Hakemli Dergisi, SSCI, SCI, citation index, Turan, Türk Devletleri, Türk Birligi, Türk Dünyası, Türk Cumhuriyetleri, Türki Cumhuriyetler, Özerk Türkler, Öztürkler, Milliyetçi, Türkçü, Turancı, Turan Askerleri, ALLAH'ın askerleri, Turan Birliği, Panturan, Pantürk, Panturkist, Türk, Dünyası, Stratejik, CSR, SAM, Center for Strategical Researches, Araştırma, Merkezi, Türkiye, Ankara, İstanbul, Azer, Azeri, Azerbaycan, Bakü, Kazakistan, Alma-Ata, Astana, Kırgız, Bişkek, Kırgızistan, Özbekistan, Özbek, Taşkent, Türkmen, Türkmenistan, Turkmenistan, Aşxabad, Aşkabat, Ozbekistan, Kazakhstan, Uzbekistan, North, Cyprus, Kıbrıs, MHP, AKP, CHP, TURKEY, Turancılık, KKTC, Vatan, Ülke, Millet, Bayrak, Milliyet, Cumhuriyet, Respublika, Alparslan Türkeş, Atatürk, Elçibey, Bahçeli, Aytmatov, Bahtiyar Vahabzade, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, İsmail Gaspıralı, Gaspırinski, Nihal Atsız, Alptekin, Kürşad, Tarih, Kardeş, Xalq, Halk, Milletçi, Milliyetçi, Yürek, Ürek, Türklük, Beynelxalq, Arbitrli, Elmi, Jurnal, Nüfuzlu